Blog

  • Per-so-na #1 Bora Başkan

    Per-so-na #1 Bora Başkan

    24 Mayıs – 23 Haziran 2012 tarihleri arasında gerçekleşecek etkinliklerin ilk konuğu Bora Başkan. Başkan’ın ilk kişisel sergisi “Bağlı”, sanatçının iktidar kavramını soyut imgelere dönüştürdüğü son dönem çalışmalarına odaklanırken, illüstrasyon ve dijital baskılardan oluşan işlerini de biraraya getiriyor.

    [sws_button class=”” size=”sws_btn_large” align=”sws_btn_align_center” href=”https://futuristika.org/wp-content/uploads/2012/05/BoraBaskanBasinBulteni.pdf” target=”_blank” label=”Per-so-na #1 Bora Başkan Basın Bülteni.pdf” template=”sws_btn_outrageousorange” textcolor=”” bgcolor=”” bgcolorhover=”” glow=”sws_btn_glow”] [/sws_button]

    Sergi: 24 Mayıs-23 Haziran 2012
    Açılış: 24 Mayıs 2012 saat: 18.00 // 0212 2435687
    Pakt: Hayriye caddesi No: 5/4 Apelyan apt. Galatasaray, 34425 İstanbul

    Söyleşi: 9 Haziran 2012 saat: 16.00 // 0212 2459980 // www.cezayir-istanbul.com
    Cezayir: Hayriye caddesi No: 12 Galatasaray, İstanbul

    Serginin açık olduğu günler: Salı, Perşembe ve Cumartesi günleri 13.00 – 19.00
    Randevu ile: Salı, Perşembe ve Cumartesi günleri 13.00 – 19.00

  • Ay’ın karanlık yüzünden ve saunadan çıkan Nazi imparatorluğu

    Ay’ın karanlık yüzünden ve saunadan çıkan Nazi imparatorluğu

    II. Dünya Savaşı sonrasında sağ kalan Naziler Ay’ın karanlık yüzüne kaçmıştır. Dünya’da kalan halklar kendi dertleriyle uğraşıp, Naziler olmadan nasıl da mutlu mesut yaşadıklarını düşünürken, 2018 yılında Meteorblitzkrieg namlı uzay aracının öncülüğünde Naziler, yeryüzüne dönmeye karar verirler.Fin/Alman/Avustralya ortak yapımı movie, steampunk (F notu: ısrarla İSTİMPANK denmeli düşüncesindeyiz) öğelerini kullanarak, yarı bilim kurgu yarı kara mizah bir anlatımla, fashionable zaman toplumlarına göre “saçmalık” derecesinde bir gelecek tasviriyle distopik bir çalışma.Yönetmen Timo Vuorensola ve yapımcı Tero Kaukomaa, filmi yapacak parayı bulmakta sıkıntı yaşayınca, çareyi fanlardan para toplamakta buldu. Hatta, bilinen para toplama yerine, para yardımı yapan hayranları filmin kârına (eğer olursa) ortak ettiler. 10.000 movie hayranı dışında 200 kadar “on-line yatırımcı” sayesinde, kolektif biçimde 515.000 sterlin topladılar. Filmin bazı detaylarında da, örnek olarak Almanca telsiz konuşmaları, web sitesi üzerinden fanlarla birlikte çalıştılar. 2005 yılında yaptıkları ve ücretsiz indirilebilen Star Wreck ile başlayan bu yeni nesil kolektif üretim şekliyle, sinema yaparken gerçek bir komünite de yarattılar.Filmin bir diğer yönü ise, Yeni Slovenya Sanatı/Neue Slowenische Kunst (NSK) ve Laibach’ın filmde etkin yer alması. Müziklerinde ve konseptinde ağırlığını koyan Laibach, Wagneryan tarzını filme de yansıtmış oldu. Yönetmene söylemedik ancak bu filme, [Hanzel und Gretyl – Third Reich from the Sun] pek yakışırdı.

    [sws_3_columns title=””]

    Yönetmen Timo Vuorensola

    [sws_divider_small_padding]

    [sws_divider_small_padding]


    [sws_divider_small_padding]

    LAIBACH: B-MASHINA

    [sws_divider_padding]

    “Udo Kier, karakteri ortaya çıkarmakta çok yardımcı, mükemmel öneriler getiren harika bir aktör”

    [sws_divider_padding]

    Iron Sky şu an dünyada çeşitli ülkelerde gösterime girdi. Filmin görüleceği ülkeler ve tarihler şu haritadan takip edilebilir. Resmi sitede ayrıca movie için talep formu da yer alıyor.

    ironsky.web

    [sws_divider_padding]

    [/sws_3_columns]

    [sws_3_columns_2thirds_last title=”Timo Vuorensola: Wagneryen Laibach, tüm film sürecinde yer aldı”]

    Futuristika: Star Trek ile Babylon 5 parodi filmi “Star Wreck” ekibini tanıyoruz. Ay’dan gelen Naziler fikri nasıl ortaya çıktı?

    Timo Vuorensola: Aslında saunada arkadaşlarımla konuştuğum ve oldukça bilinen bir komplo teorisiydi. Bu konuyla ilgili bir movie çekmeye karar verdim. Finlandiya’da işler saunada yürür. Yazarlarımızdan Jarmo Puskala, gördüğü rüyada bisiklet kullanırken kulağının dibinde kızgın bir Hitler görüntüsünden bahsetti. Ay’dan gelen Naziler gelmiş aklına.

    F: Iron Sky’ı tamamen kolektif bir çabayla ortaya çıkarmış olmanız nedeniyle, hayranlardan beklediğiniz desteği/yardımı alıp almadığınız merak ediyoruz. Filmi tamamlarken, mali yardımlar beklentilerinizi karşıladı mı?

    Fan yardım ve ödenenler  benim için gerçekten sürpriz oldu. İşe yarasın diye umut ediyordum ancak biraz şüpheliydim. Ama filme yönelik büyük ilgiyi görünce Iron Sky ile bu kadar kendilerini bu kadar yakın hisseden insanlar tanıdığım için çok mutlu oldum.

    F: Iron Sky, Finlandiya – Almanya ortak yapımı bağımsız bir movie. Filmin sinemalarda gösterimine dair durum nedir? Websitesinde gösterilen talep formu gösterimler için yeterli mi?

    Evet, hemen hemen dünya genelindeki sinema salonlarında gösterime girecek. Filmin 2010 yılında gösterime girmesinin düşünüldüğüne dair bazı söylentiler olsa da biz aslında böyle bir tarihten hiç bahsetmedik. Çekimlere de 2010 yılı Kasım ayında başladık.

    F: Bizler için bir nevi ön orgazm anı diyebiliriz: Filmden önce yayımlanan “Dangerous Moon Rising” isimli çizgi romana bayıldık. Sizin bu “Önce oku, beğenirsen yardım yap” fikriniz işe yaradı mı?

    Olması gerektiği kadar iyi. Belki daha iyi olabilirdi fakat  web üzerinde hep olduğu gibi bazı şeyler işler, bazı şeyler işlemez, bir sürü şey denemek zorundasındır. Çizgi roman kendisi itibari ile çok güzel bir olay.  Movie öncesindeki üç çizgi romanı da belirli bir zamanda topluca yayınlayacağız.

    F: Laibach tarafından yorumlanan B-Mashina web üzerinde büyük ilgi topladı. Bize göre de movie için düşünülebilecek en iyi soundtrack’ler arasında. Laibach ile bu birliktelik nasıl ortaya çıktı? Şarkıyı siz mi talep ettiniz?

    Laibach başından beri müzik için bir numaralı seçimimdi. Iron Sky’a aktif olarak çalışmaya başladığımda, değişik ülkelerin milli marşlarının Laibachsal versiyonu olan Volk albümlerini henüz çıkarmışlardı. O çalışma bana çok büyük ilham kaynağı oldu ve filmin müziği için onlarla çalışmaya başlamak istedim. Laibach’ın yaklaşımı da oldukça titizdi. Wagner’in dünyasına derinlemesine daldılar ve movie için devasa bir soundtrack hazırlayıp tüm sürecin oldukça içinde yer aldılar.

    F: Korku filmlerinin kült karakteri olarak Udo Kier’in Iron Sky’da yer almasının detayını öğrenebilir miyiz?

    Evet, kendisi Iron Sky Dünyasını düşünmeye ilk başladığım andan itibaren aklıma ilk gelen ve iyi bilinen, perdeye kesinlikle kendine özgü farklılık getirebilecek kült bir figür. Kier, karakteri ortaya çıkarmakta çok yardımcı, mükemmel öneriler getiren harika bir aktör. Çok profesyonel, yardımsever ve arkadaş canlısı. Çalışmak için preferrred bir aktör.

    F: Tıpkı ülkemiz Türkiye gibi, Finalandiya da geçmişte uzun yıllar bir tür “Sovyet işgali” duygusunu tecrübe etti. Belki de kimilerine gore bir korku olan bu durum genel olarak kültür, müzik, edebiyat ve sinema üzerinde bir etki bıraktı. Öte yandan Almanya ise benzer hissiyatı farklı bir açıdan yaşadı: Nazizm çekincesi. İşte bu iki politik görüş şimdi zamanımızda güçlü bir tür altkültür öğesi olarak karşımızda. Filminiz her ne kadar kara bilim kurgu komedi diye adlandırılsa da, filmde güçlü bir sosyo-politik kod olduğunu düşünüyoruz. Siz mevcut dünya düzeninin geçmişten çok daha tehlikeli olduğunu düşünüyor musunuz?

    Trendy zamanlar hakkında, kısmen öğrendiğimizi ve kısmen asla yeteri kadar öğrenemeyeceğimizi düşünmeye eğilimliyim. Bu yüzden, Sovyet ve Nazi korku rejimi uzun süre önce yok olmasına rağmen olayı, gerçeği bize hatırlatması bakımından içinde sosyo-politik mesajlar olan filmler yapmak önemlidir. Benzer düşünce modellerini hala fashionable iç ve dış politikalarda görüyoruz.

    F: Filmi umarız İstanbul’da görürüz. Salute!

    Salute! Şu sıralar Türkiye’den distribütörlerle görüşüyoruz. Umarız movie orada da gösterime girecek.

    [/sws_3_columns_2thirds_last]
    [sws_divider_line]

  • [William S. Burroughs] Zamanda açılan delik

    [William S. Burroughs] Zamanda açılan delik

     

    Kızıl Gece Şehirleri’nde (Cities of Red Night), kes yapıştır denemelerinizi psişik araştırma formu gibi kullanıyorsunuz (psychic). Belirli bir çalışmaya mı dayanıyor yoksa kendi tecrübe ettiğiniz bir durum mu?

    Aslında kendi araştırmam, tabii ki. Örneğin, belirli bir zaman parçasını alalım ve onu kesmeye başlayalım. Sonra onu oradan alıp oraya koyalım, görülecek ki, çoğu kez oldukça ilginç şeyler ortaya çıkıyor.

    Romandaki metod okumak ve sonra üstüne sesleri serpiştirmek oldu.

    Doğru.

    Bunun arkasındaki teori nedir? Eşzamanlılık mı?

    Herhangi bir teori yok. Sadece gerçek. Fenomen.

    “İş” isimli kitapta kötü yemek servisi olan bir restoranı bant kayıtlarınızla ortadan kaldırdığınız bir konuya atıf yapıyorsunuz. Bu nasıl oldu?

    Nasıl işe yaradığını bilmiyorum. Restoranın önünde kayıt yaparsınız ve kayıt yaparken de fotoğraflar çekersiniz. Daha sonra mekanın önünde bu kayıtları çalıp daha fazla fotoğraf çekersiniz.

    Sahibinin, çalışanların önünde?

    Fark etmez.

    Kayıtların biçimini bozmak gerekli midir?

    Aslında gerek yok. Yaptığınız şey aslında, zamanda bir tür delik açmak. İnsanlar dün ne olduğunu duyuyorlar. Sonra da “şu anda” olduğunu zannediyorlar. Bu durum, bir bozulmaya neden olabilecek şekilde zamanda bir delik açıyor.

    Bu metoda nasıl denk geldiniz?

    Önce kaydedip sonra da aynı kayıtları çaldığımız bazı gerçek sokak kayıtlarındaki denemeler serisinden çıktı. Bunu yaptığınızda ilginç şeyler olacağını anlıyorsunuz.

    İnsanların hala dünyanın nedensiz görünümlerinden hoşlanmadığını düşünüyorum. Sebep ve sonuca hiç takılmadım.

  • Georges Perec hakkında bir kısım retro futur hadise kayıtları

    Georges Perec hakkında bir kısım retro futur hadise kayıtları

     

     

    Bir kısım hayat gerçeği:

    • Georges Perec 1920’li yıllarda Fransa’ya, Paris’in işçi sınıfı mahallesine göçmüş olan Polonya Yahudisi Icek Judko ve Cyrla (Schulewicz) Peretz’in tek çocuğudur. Babası İkinci Dünya Savaşı’nda hayatını kaybetmiş, annesi ise Fransız işbirlikçilerin Nazilere gammazlaması sonucunda yakalanarak Auschwitz Toplama Kampı’nda yaşamını sona erdirmiştir.
    • Perec, Sorbonne’da tarih ve sosyoloji okurken, Fransa’nın önde gelen edebiyat dergilerine deneme ve makale yazılarına başlamıştır.
    • 1961 yılında Hôpital Saint-Antoine’a bağlı Nörofizyolojik Araştırma Laboratuarı’nda arşivci olarak çalışmaya başlamıştır.
    • 1967 yılında Raymond Queneau ve diğerleriyle tanışıp Oulipo hareketine katılmıştır. Queneau’ya adadığı başyapıtı yaşam Kullanma Kılavuzu yayımlanmadan önce Queneau ölmüştür.
    • Enis Batur’un yazdığı Georges Perec Kullanma Kılavuzu baskısı bulunmamaktadır. Lakin Kadıköy Sahafları yeteri kadar kazılırsa, ara sokaklarda hava da güneşliyken kapı önlerindeki sergilerde görülmektedir.
    • Perec, yeryüzünün en çok sigara içen insanlarından biri olarak, 45 yaşında akciğer kanserine yenilmiştir.

    Bir kısım Oulipo gerçeği:

      • Georges Perec, Oulipo hareketine Mart 1967’de katılmıştır.
      • Oulipo hareketinin resmi fotoğrafında Perec, masadaki André Blavier kellesi de sayıldığında, sağdan onuncu sıradadır.

    • Bizzat Perec tarafından verilen istatistiki bilgiye göre, Perec’nin yazarlık nüvesinin yüzde doksanını Oulipo hareketine üyeliği oluşturur.

    Tırı vırıya:

    Perec, çocukken, adresini şöyle yazmıştı:
    George Perec
    18, Assomption Sokak
    A Merdiveni
    Üçüncü kat
    Sağ taraftaki kapı
    Paris 16e
    Seine
    Fransa
    Avrupa
    Dünya

    Sıradanlık ve bulmacalar

    Georges Perec, 1973 tarihli makalesinde The Infra Ordinary/Alt sıradanlık” diye adlandırdığı bir kavram ortaya atar. “İnsanlara göre gerçek nedir? Bilinçlerindeki gerçek nedir? Gerçek denen kavram, onlar için hala ne ifade etmektedir?” sorularıyla yola çıkan Perec, gerçeğin, tarihte yer aldığı şekliyle değil de, hızla akıp giden, alakasız detaylarda olduğunu savunur. Günlük tekrarlanan rutinlerin, banallığın, alışkanlıkların, arkaplandaki gürültünün, sıradanlığın, alt sıradanlığın nasıl sorgulanacağını, nasıl tasvir edilebileceğine odaklanır. “Gerçekten olup bitenler, yaşadıklarımız, ötesi, bütün geri kalan nerede? Her gün olup biteni ve her gün yineleneni, basmakalıbı, gündeliği, besbelliyi, ortaklaşa olanı, sıradanı, olağan-içini, arka plandaki uğultuyu nasıl açıklayacağız, onu nasıl sorgulayacak, nasıl tarif edeceğiz?”

    Çay kaşığına bakıp durun, der. “Odanızın duvar kağıdının altında ne olduğunu merak edin. Telefonda bir numara çevirmek için kaç hareket yapmanız gerektiğini hesaplayın. Sigaranızı manavda neden bulamadığınız sorun. Neden bulamıyorsunuz?”

    Bulmaca düşkünü Perec, kelimelerle oynayabildiği bu alana büyük ilgi duymuş ve çapraz bulmaca ile ilgili yazılar yazmıştı. “Bulmacayı yaratırken birbirinden farklı be nihayetinde bağımsız iki faaliyete dikkat edersin. Önce diyagramı doldurmak, sonra da anlam peşine koşmak.”

    E harfini hiç kullanmadan yazdığı “A Void/Kayboluş” romanı, özel isimler cenneti Yaşam kullanma Kılavuzu, bilgisayarların yoğun kullanılmadığı dönemde yazdığı 5000 kelimelik palindrom[1. Hem baştan hem sondan okunuşu aynı olan kelime.] gibi, ahir zaman insanlarına garip gelecek uğraşıların adamıydı Perec. Bir “sınıflandırma” düşkünüydü. Şifreler, yeniden yapımlar, sert kuralları olan kelime ve cümle yapımlarıyla ilgileniyordu.

    Ayrıca, düzyazı dışında, harfleri a, e, i, l, n, o, r, s, t, u ile sınırlı tutarak, her şiir için alfabeden sadece bir harf ekleyerek (joker) “heterogametik” şiirler yazdı. Böylece, her dizede ve sütunda bu harflerin birer kez kullanıldığı, 11×11 boyutunda, sınırlı bir alfabeyle yazılmış şiirler ortaya çıktı. Bu kareleri, okunmasını kolaylaştırmak için, dizeli şiir formatında da sundu:

    [sws_ui_tabs ui_theme=”start” size=”415″][tabs_panel title=”Perec’nin Yaşam Kullanma Kılavuzu’na dair çizimleri 1″]
    [/tabs_panel] [tabs_panel title=”Perec’nin Yaşam Kullanma Kılavuzu’na dair çizimleri 2″] [/tabs_panel] [tabs_panel title=”Perec’nin Yaşam Kullanma Kılavuzu’na dair çizimleri 3″] [/tabs_panel] [/sws_ui_tabs]

    Bir nevi kaynakça:

    • Georges Perec, Oulibiographer – Bernard Magné
    • The Infra-Ordinary, 1973 – Georgec Perec
    • Putperec nedir?

    [sws_divider_basic]

    Georges Perec’nin Avustralya’daki son günleri ya da Georges Perec’nin Avustralya’daki, son günleri

    1981 yılında, yazar Jean-Michel Raynaud, Georges Perec’yi Avustralya’da yanında kalmaya çağırır. Yazar iki ay boyunca Raynaud’ya misafir olur. Perec o dönemde, 53 Gün isimli romanını tamamlamaya çalışmaktadır. Ülke değişikliğinin işe yarayacağını düşünür, ki yaramaz, Perec öldüğünde roman tamamlanmamıştı. Perec Avustralya’da Oulipo ve kurgu ile ilgili çeşitli dersler verir. Bu derslerin çoğu kaydedilir. Ülkesine dönüşünden üç gün önce, radyodaki bir edebiyat programına uzun bir röportaj verir. Bilinen son resmi görüşmesi böylece kayda alınmış olur.

    O röportajında şöyle der:

    “Yaşamımın sonunda, sözlükteki tüm kelimeleri kullanmış olmayı amaçlıyorum. Bu tabii imkansız. Hatta sadece kullanmış olmayı değil, bazı yenilerini de eklemiş olmayı istiyorum. Bu da benim hırsım. Bu aynı anda, neden ve nasıl yazdığımın da nedenidir.

    Okuyucu karşısında kendimi bir satranç oyuncusu gibi hissediyorum. Okuyucuyu, yazdığımı okumaya ‘ikna’ etmeliyim. Kitaba başladığı gibi sonunu getirmeli. Eğer bunu yapmıyorsa, amacımdan sapmışım demektir.”

    [sws_divider_basic]

  • Kösmonaut: Kosmosun kardeşliği adına

    Kösmonaut: Kosmosun kardeşliği adına

    Kosmosta bizden başka düşünen var mı
    var
    bize benzer mi
    bilmiyorum
    belki bizden güzeldir
    bizona benzer mesela ama çayırdan nazik

    Kosmosun Kardeşliği Adına – Nazım Hikmet

    Son dönemde, kulağı deliklerin ve yeni müzisyenlere ilgi duyanların Kösmonaut diye tanıdığı Patrick R. Pärk, ilginç bir müzisyen. Retro ruh halinde yüzen saykodelik-progressive elektronik nağmeler yaratıyor. Kösmonaut başlığı altında bilim kurgu film müziklerini andıran çalışmalarıyla kozmik oyun havalarına hayat veriyor. Neu! tadı veren motorik davul partisyonlarının üzerinde gidip gelen ses oyunlarıyla buraya değil uzaya ait sesler çıkarmaya çalıştığı aşikar. Hepsi bu yıl içinde çıkan, üç albümü var Kösmonaut’un, yenisi ise ilk kısmı yayımlanmış şekilde, 2012 Mart ayında hazır olacak şekilde uçuşa hazırlanıyor. Albümler dijital ve sınırlı sayıda kaset formatında dağıtılmakta. Kösmonaut, bize verdiği bilgiye göre, kasım ayı sonunda Britanya’daki Great Pop Supplement’in yan firmalarından Deep Distance etiketiyle plağını yayımlayacak.

    Futuristika!: Hatırladığın ilk ses neydi?

    Kösmonaut [Patrick R. Pärk
    Kösmonaut [Patrick R. Pärk]: Büyük ihtimal sekiz yaşındayken, “Risky Business” filmini izlerken Tangerine Dream dinlediğimi hatırlıyorum. Tangerine Dream isminin bir gruba verilecek en güzel isim olması bir yana, işitsel duyularımı çok güçlü ele geçirdiğini, tahrik edici ve  harbiden elektronik bir delilik olduğunu hatırlıyorum!

    Nerede doğdun? Müzikal gelişiminde çevrenin büyüdüğün çevrenin etkisi ne oldu?

    Teksas’ın batısındaki çorak bölgede, özel olarak söylemek gerekirse San Angelo’da doğdum. Doğrusunu söylemek gerekirse, kentin kendisinin bana herhangi bir müzikal etkisi olmadı. Ancak, şehirde büyürken birçok yakın arkadaşımın bölgede punk/hardcore guruplarında yer aldığını hatırlıyorum. O dönemde arkadaşlarımın hemen hepsi o tür müziğe ilgiliydi. Ben ise sadece gürültüyle ilgiliydim. Black Ovarian Death March ile takıldığım dönem de odur. Gençliğimin şimdi utandıran bir ayrıntısı. O dönemde vidyo oyunlarının müziklerine ve seri katillere nasıl ilgili olduğumu hatırlatan bir ayrıntı. Teksas’ta yaşamanın en iyi yanı orada çok güzel bir ufuk çizgisi olması ve orada kendinizi tamamen izole edilmiş bir konumda, fiziksel dünyanın mevcudiyedini ve öneminiyoğun olarak bütünüyle hissedebilmeniz.

    Yeryüzünden ya da uzaydan olsun, hangi müzisyenler, yarattığın seslerdeki seçimini etkiledi?

    En etkili müzisyenler, Richard Pinhas[1. Fransız elektronik müziğin en önde gelen ismi sayılır. Space music-Uzay müziği diye nitelenen janrın en önemli şahsiyetlerinden. Link], Klaus Schulze[2. Ash Ra Temple ve Tangerine Dream elemanı, Alman elektronik müzik bestecisi. 60’dan fazla albümü vardır. Link] ve Conrad Schnitzler [3. 2011 Ağustos ayında kaybettiğimiz deneysel müzisyen ve besteci. Tangerine Dream ve efsanevi kraut-elektronik grubu Kluster elemanlarından. Link] olabilir. Ancak müthiş yardımı olan bazı iyi dostlarım da var: Kraut-psych-drone yapan muhteşem Sun God (Austin, Texas)- Link. Yine de, saçma ve klişe gibi gelebilir ama muhteşem evrenimizden ve onun etkileyici büyüklüğünden oldukça etkileniyorum.

    Kösmonaut nerede ortaya çıktı? Ev stüdyosunda mı çalışıyorsun? Kullandığın ekipman ve/veya yazılımlar neler?

    Elektronik müziğe ilk dokunuşum 2004 civarında, Black Ovarian Death March ismiyle oldu. Kraut etkisindeki müziği hep çok sevdim. Bence önemi ve etkisi çok derin bir türdür. Ancak Kösmonaut’un mevcut temsiliyeti 2010 Sonbaharına denk gelir. O zamandan bu yana da büyüyen bir tohum gibi evrilmiştir.

    Kullandığım dijital yazılımların çoğu “vintage” diye tabir edebileceğimiz analog sintisayzır VST’dir. Tabii ki Moog ya da Sequential Circuits sintisayzır gibi bir çok analog sintisayzır almak da istiyorum.

    Kuşkusuz, müziğinde ağır bir Tangerine Dream, bir miktar Krautrock, hatta bana kalırsa NEU! tarzı motorik davul partisyonları ve 1970’li yılların progressive ses efektleriyle, tekno-rave öncesi seslerin etkisi var. Yanlış ellerde çok kötü bir tadı olacak bu karışım sende, tanıdık kökleriyle kendine özgü, lezzetli bir sonuca ulaşıyor. Müzik eğitim var mı yoksa tam anlamıyla Kendin Yap! (Do it yourself) ekolünden misin?

    En güzel beğeni kelimeleri benim için Tangerine Dream, Heldon ya da 90’lı yılların başındaki elektro-dans müziğiyle karşılaştırmalardır. Teknik olarak müzik eğitimim yok. Ancak geçen birkaç on yıldaki dijital teknolojide yaşanan gelişimin, geleneksel analog sintisayzırlar ya da kendine has yaratıcı sürece yardımcı olacak ekipmanı karşılayamacak birçok insana yardımcı olduğuna gerçekten inanıyorum. Dijital teknolojinin de kendine göre dezavantajları olduğunun kesinlikle farkındayım. Yapmak istediğim son şey, zaten hali hazırda karmakarışık olmuş boktan elektronik müziğe boğulmuş dünyaya başka bir çöp eklemektir.

    Bana şöyle geliyor: Müziğin bazı Sovyet bilimkurgu filmleri ya da ilk dönem Alman sessiz sinemasından etkiler taşıyor gibi. Günlük hayatında çoğunlukla ne okursun, ne izlersin?

    Emanations (Enneadlar) albümüne de ilham vermiş olan Plotinus (Şeyh-i Yunanî), Aldous Huxley, Noam Chomsky ve Hunter S. Thompson okurum.

    Filmlere gelince, çok büyük bir P.T. Anderson ve Alejandro Jodorowsky hayranıyım. Ayrıca Dennis Hopper ve Dustin Hoffman’ın özellikle 1970’ler filmografilerine düşkünüm.

    Bahsetmeden geçmeyeyim, 1970 ve 80’lerin garip İtalyan filmleri, özellikle de 1980’lerin post-akopoliktik İtalyan vidyolarına ilgim büyük. Goblin, Ennio Morricone, Carlo Maria Cordio ve DeAngelis Brothers sevgimin nedeni de budur.

    Kösmonaut


  • Jorge Luis Borges: “Ben, Bir Yahudi”

    Jorge Luis Borges: “Ben, Bir Yahudi”


    Jorge Luis Borges
    Jorge Luis Borges, bir kahin.

    [sws_2_column title=”Jorge Luis Borges’in Musevi olma isteğinin nedeni neydi?“]

    Buenos Aires’te yayınlanan avangart dergi Megáfono’nun 1934 yılı Nisan sayısında yayınlanan yazıda “Ben, Bir Yahudi” diye seslenen Borges’in bu yazısı, en az bilinen metinlerindendir.

    Yazının yayınlandığı tarihte Arjantin, askeri dikta ile yönetilmekteydi. Megáfono, 1933 yılında bir sayısını tamamen Borges’e ayırmıştı. Dergide Borges övülürken, yerelliğinden dem vurulmuş ve metafiziksel konulardan oldukça etkilenmiş ve kelimeleri iyi kullanan bir yazar olarak bahis açılmıştı. Derginin bu sayısına cevap olarak, o dönemde aşırı sağ/milliyetçi bir çizgide yayın yapan Crisol isimli yayın ise, Borges’in gizli bir Yahudi olduğunu ve Musevi köklerini gizlediğini iddia ederek Borges’e saldırmıştı. Hatta Borges’in metinlerindeki o fantastik göndermelerin de, ataları ile arasındaki kayıp bağı oluşturma çabası olarak nitelendirmişti.

    Borges, cevaben yazdığı yazıda da bahsettiği gibi, Güney Amerika’da yaygın olan Yidiş cemaatinden olan herhangi bir atası olmasa da, kendini Yahudi hissediyordu. Bunun en büyük nedenleri ise Yahudilerin zamanda yolculuk eden bir kültür anlayışıyla, kitap severlikleri ve mistizmlerine duyduğu saygıydı.

    [/sws_2_column]

    [sws_2_columns_last title=””] 

    İlginçtir, Borges’in “Ben, Bir Yahudi” yazısı, onun Platonculuğunun tek kanıtı sayılabilir. Benzer dönemde yazdığı Gizli Mucize’de, isim vermeden Kafka’ya saygı duruşunda bulunan Borges’in iş özellikle Kabala’ya geldiğinde ne derece takıntılı olduğu, yazdığı şiir ve öykülerden bilinir.

    Borges’in tüm bu Yahudi göndermelerinin aslında çok kültürlü gözüken ancak derinlerde, farklı olana güçlü bir tahammülsüzlük eğilimi gösteren Güney Amerikalılar arasında tepki alması bir dereceye kadar tahmin edilir bir hareket olmuş. Öte yandan, bahsedilen askeri cunta sırasında sisteme karşı direnen radikal sol grupların çoğunda Yahudiler etkin yer almış. Bu açıdan da Musevilere yönelik sistemsel baskının arttığı görülmüş. Solcu Yahudiler cuntanın işkencelerinden geçmiş.

    Tüm bunlar bir yana, Borges Museviliği bir kültür olarak kucaklamış. 50 yaşında, tıpkı Homeros gibi kör olduğunda, körlüğü nasıl alegorik olarak geçersizliğini yitirdiyse ve bakışında bir değişiklik olmadıysa, milliyetçilere karşı kendini savunduğu yazısında da benzer tavrı sürüyor Borges’in. Borges nereye bakarsa, orada göreceğini görür, kimse engelleyemez.

    [/sws_2_columns_last] 

    “Ben, Bir Yahudi” 

    Jorge Luis Borges – Megáfono Dergisi, Sayı 12, Sayfa 60, Buenos Aires, Nisan 1934

    Tıpkı Dürzüler gibi, ay gibi, ölüm gibi, gelecek hafta gibi, uzak geçmiş de cehaleti zenginleştirebilecekler arasında yer alır. Sonsuz biçimde dövülerek şekil verilebilir ve ikna edebilir, geleceğe karşı çok daha sorumluyken, çok daha az çaba gerektirir. Mitolojilerin meşhur ve en sevdikleri duraktır.

    Kim, bir şekilde, bazen atalarını merak edip incelememiştir ki? Et ve kanının tarihine kim bakmamıştır? Ben sıklıkla yaptım bunu ve çoğunda Yahudi olduğumu düşünmek beni hiç rahatsız etmedi. Bu, kimseye hatta İsrail’in ününe bile zararı olmayan, basit ve yer etmiş, kendi halinde bir maceranın temelsiz bir hipotezi hakkında. Sanki benim Yahudiliğim Mendelssohn besteleri gibi, kelimesiz.

    Crisol dergisi 30 Ocak tarihli sayısında bu geçmişe dönük umuda iltifat etmek istemiş ve benden “art niyetli biçimde Yahudi atalarını gizliyor” diye bahsetmiş (sıfat-fiil ve zarf kullanımı beni hayrete düşürüyor.)

    Benim adım, Borges Acevedo.

    Ramos Mejia, Rosas’ın beşinci kuşağından bir parça, kendi döneminde o tarihte soyadı Buenos Aires’li olanları listeleyerek hepsi ya da en azından tamamının “Portekiz Yahudisi soyundan geldiğini” göstermek istemiş .

    Acevado bu listede yer almış, Crisol’ün belgelemesine kadar Yahudi olduğumu gösteren tek döküman bu.

    Ancak Komutan Honorio Acevedo göz ardı edemeyeceğim gerekli bazı araştırmalar yapmış. Bu araştırma bana bu topraklara ilk ayak basan Acevedo’nun, Katalan Pedro de Acevedo olduğunu, toprak ağası olduğunu, 1728 yılında çoktan “Pago de Arroyos”a yerleşenlerden olduğunu, bölgedeki çiftçilerin pederi ve atası olduğunu, Rosario de Santa Fe’nin yıllık raporunu ve Yerel Yönetim’in tarihini sunan adam olduğunu, büyükbabanın, kısacası, iflah olmaz bir İspanyol olduğunu söyler.

    İki yüzyıl ve Yahudiler hakkında hiçbir şey bulamıyorum, iki yüzyıl ve atalarımı hatırlayamıyorum.

    Crisol dergisinin sunduğu fırsata müteşekkirim. Ancak umut sönüyor, konu Ekmeğin Masası, Bronz Denizi, Heine, Gleizer, On Sefirot, Kral Süleyman’ın Eski Ahdi Ecclesiastes ve Chaplin’le benim aramda bir bağ bulma keşfime geldiğinde.

    İstatistik olarak, Yahudiler en küçük azınlık. Dört bin yılına gelindiğinde her yanda Aziz Juan’ların olduğunu keşfeden bir adam hakkında ne düşüneceğiz? Engizisyon sorgucularımız Yahudi aramışlar ama Fenikelileri, Berberileri, İskitleri, Persleri, Mısırlıları, Hunları, Vandalları, Ostrogotları, Etyopyalıları, İlliryalıları, Paflagonyalıları, Sarmatları, Medleri, Türkleri, Britonları, Libyalıları, Tepegözleri ya da efsanevi Lapitleri asla aramamış. İskenderiye’nin, Babil’in, Kartaca’nın , Memfis’in geceleri bir büyükbabayı canlandırmaya yetmemiş; sadece katranlı Ölü Deniz’in kabileleri bu güzelliği vermiş.

    [sws_divider_line]

     Not: İspanyolca metinden düzeltmeler için Pınar İlkiz’e teşekkürler.

  • Tevfik Sonder: “Üst notaların melodisini işitmek”

    Tevfik Sonder: “Üst notaların melodisini işitmek”

    Tevfik Sonder, 1951 Istanbul doğumlu. 1969 Milliyet Liselerarası yarışmasında Alman Lisesi ile ikinci olduktan sonra Sıfır Virgül Bir adlı bir grup kurarak 1970 yılında Melodi Plaktan “Geçici olarak yukarısı” adlı bir plak çıkartmış, sonra da Almanya’ya gitmiş. Almanya’da bir takım rock gruplarında çaldıktan sonra 1991 yılında Türkiye’ye döndü. Birkaç jingle ve benzeri çalışma sonrası Serdar Ateşer’in Avdet Seyri adlı albümünde yer alan Olimpos Sakini adlı şarkıda Ateşer ile imzası olan Tevkif Sonder, son zamanlarda bilgisayarda deneysel müzik ve Almanya’da yaşayan Feyyaz Karabağ ile birlikte video art yapıyor.

    Ayrıntılarını aşağıda okuyacağınız/dinleyeceğiniz/izleyeceğiniz bu türden “kültür arkeolojisi”, bizi heyecanlandırıyor. “Geçici olarak yukarısı” adlı kayıtta yer alan “Baş aşağı beş yukarı”, bilgimiz dahilinde, dijital ortamda ilk kez ortaya çıkıyor. Tevfik Sonder, video art çalışmasına eşlik eden ve yine daha önce yayımlanmamış olan mp3 ve videoyu yayımlamak için aslında [Evvel Fanzin] ile temasa geçerken, sevgili Zafer Yalçınpınar, Sonder’in çalışmaları için bizi işaret etmek inceliğini gösteriyor. Tevfik Sonder ile bağlantımız böyle oluştu, kendisi bazı sorularımıza da yanıt verdi. Sonder ayrıca Bob Dylan’ın ‘One too many mornings’ adlı şarkısının Türkçesini de yapmış. Dylan’ın 60. yaşgünü vesilesiyle Açık Radyo’da yapılan bir programda yayınlanan bu kayıtta, kontrbass’ı Yaz Baltacıgil çalmış.

    Futuristika, grubun geçmişten çıkagelen “Baş aşağı beş yukarı” şarkısında dediği gibi, “bu aşikar haksızlığa gelem dedim, gelemedim” diyor, çünkü Gaddar Selim’lere rağmen müzik ve ses var, hala ve her yerde ve her an!

    [www.videoartistanbul.eu/]

    Futuristika!: Müzikte abstract kavramına çok rastlıyoruz. Elektronik müzik dergilerinde hem teknik hem de kavramsal olarak kullanılıyor. Bir yanıyla soyut bir yapıya işaret ederken, öte yandan sesleri kullanma yetkinliğini gerektiriyor. Özellikle sizin projenizde video’lara eşlik eden seslerde abstract terimiyle dirsek temasında olan bir örneğini gördüğümüzü düşündük. Hem bu video’lara eşlik eden “loop”ları ortaya çıkarım süreciniz hem de Feyyaz Karabağ ile gerçekleştirmekte olduğunuz video art çalışmaları hakkında bilgi alabilir miyiz?

    Tevfik Sonder: Sizinle temasa geçmeme yol açan Evvel Fanzin’in dikkatimi çekiş nedeni başlangıçta gözüme çarpan bir yazıda şu sözleri okumamdı: “çağrışımlar” ve “yan anlamlar”la ilerleyen, anlatmak yerine sezdirmeyi yeğleyen, “öncesi” ile “sonrası” yitmeye yüz tutmuş, nedensellik, planlama ve mühendislik güdüsü azaltılmış -hatta yok edilmiş- bir şeyler (betik) oluşturulmalı… Ancak tümüyle de saçmacılık oynayamayız; yani “aksak” da olsa üç aşağı beş yukarı bir tını, bir duruş olmalı, sezdirilmeli… “Parçalar” olmalı ve araya “sus”lar konmalı… Bu garip betik, hangi edebiyat akımından ya da yazınsal türden, hangi eserden olursa olsun sadece fragmanlar tarafından oluşmalı…”

    Bu şekilde düşünenlerin benim yaptığım müzik ve Feyyaz Karabağ ile birlikte yaptığımız videolarla ilgileneceğini farzettim. Abstract kavramının müzikte tam olarak nasıl kullanıldığını bilmiyorum. Ben müziğin içine girmeye çalışıyorum, belli bir derinliğe inince ortaya çıkan durum zaten sözlerle ifade etmeye çalışıldığında ‘abstract’ oluyor.

    Hem bu video’lara eşlik eden “loop”ları ortaya çıkarım süreciniz hem de Feyyaz Karabağ ile gerçekleştirmekte olduğunuz video art çalışmaları hakkında bilgi alabilir miyiz?

    Feyyaz Karabağ benim de 1970 ile 1982 arası yaşamış olduğum Karlsruhe’de hayatını sürdürüyor. Onun çekip gönderdiği videolara müzik yapıp edit ediyorum. Ben bazı müzisyenlerin elektronik müzikte tercih ettiği yöntem olan birkaç tane patch veya sound bulup ağırlıklı olarak onlarla çalışma yolunu seçmedim. Bilgisayar ortamında synthesiser’larda neredeyse sonsuz patch, sound, tını var; boş zamanlarımda sürekli bunları araştırıp hoşuma gidenleri not ediyorum. Sonra videoları izlerken bunlardan hangilerini kullanabileceğimi tasarlıyorum. Bu kararı verdikten sonra müzik bir anlamda zaten kendiliğinden oluşuyor.

    İsmet Sıral’dan [İsmetSıral.org] zamanında dinlemeyi öğrenmiştim. Doğal veya sentetik enstrümanların tınılarını dinlerken belli bir derinliğe inildiğinde zaten o ton ya da tınıyı oluşturan üst notaların [overtone] melodisini duyuyorsun. Besteleme süreci o melodiyi işitip oradan çıkartıp almak aslında. Bu kadar.

    1970 yılında Melodi Plak’tan çıkan “Geçici olarak yukarısı” albümünden/kaydından bahsedebilir miyiz? Bugün o çalışmayı nasıl görüyorsunuz?

    Albüm değil 45likti. Baterist Murat Verdi’nin Ampex bir teybi vardı, onunla üstüste kayıt yapılabiliyordu. Bir gün 15 dakikada ‘baş aşağı beş yukarı’yı yazmıştım, onun demosunu Murat ve başta bass çalan Edi Matig ile kaydettik, Nino Varon, Engin Arman dahil sağa sola dinletip plak anlaşması yapmaya çalıştık, sonunda Melodi ile anlaştık ve Tünel’de Hayri’nin stüdyosunda herhalde Eylül 1970’de kaydettik.

    Ben ‘baş aşağı’yı dinlemeyi çok seviyorum, sonradan Sıfır Virgül Bir’e katılan sevgili arkadaşım Yaz çok güzel bass çaldı. Şarkıda bilmeden sonraki yıllarda Almanyada başıma gelecekleri anlatmışım.

    Almanya günlerinizde neler yaptınız? Almanya, Kraftwerk, NEU!, CAN, Faust, Amon Düül II, Cluster vs derken müzikal açıdan hep yön verici ülkelerden oldu sanki. Siz Almanya’da nasıl hissettiniz?

    Almanyada Karlsruhe’de ve Düsseldorf’ta bulundum. Üniversite talebeliği, Türk düğün orkestrası müzisyenliği, taksi şoförlüğü, tercümanlık ve rock müzisyenliği dahil bir sürü iş yaptım. Mekan olarak daha çok sonradan Embryo grubunda biraraya gelen müzisyenlerin yakınındaydım. 1980’de New York’a giderek orada bir süre rahmetli İsmet Sıral ile çalıştım, sevgili İsmet Abi müzikte bildiklerimi imbikleyip işe yarar hale getirdi diyebilirim.

    Türkiye’de tarihe biraz meraklı yeni kuşak dinleyicilerin gözden kaçırmadığı, Serdar Ataşer ile arkadaşlarının yaptığı Avdet Seyri isimli albümde de yer aldınız. 1998 yılında çıkan, yapımı da bir on yıl öncesinde dayanan o albüm, bugün hala güncelliğini koruyan, bir anlamsa zamansız bir çalışma. Avdet Seyri döneminden neler hatırlıyorsunuz.

    Avdet Seyri’ne aslında Olimpos Sakini’nin bir bölümü dışında çok bir katkım yok. Bence çok değerli bir çalışma ve bir parçası olmaktan son derece mutluyum. Serdar Ateşer ile Almanyadan döndüğüm sırada tanıştım, birkaç kere beraber çaldık, o kadar.

    İlhan Mimaroğlu’nun şöyle bir sözü var: “Yeni tam anlamıyla yeni olmadığı sürece, eskinin olduğu gibi kalması gerekir.” Müzikte yeni kavramından anlamamız gereken sizce nedir?

    Dünya birçok açıdan bir tür geçiş döneminde, sanat da öyle. Sanatçıların yeninin arayışı içinde olduklarını düşünüyorum. Batı müziğinin 12 tonu ve 4/4 3/4 gibi ritimleri ile yapılabilecek müziğin hepsinin yapıldığına inanıyorum. Bunlara makam ve batılılara için daha karmaşık olan 5/4 7/8 vs gibi ritimleri eklemek de olsa olsa eski müziğin sonunun gelmesini geciktirir, çok birşey değişmez. Ben zaman ve mekan aşılmakta olduğundan yeni bir müzik ortaya çıkacaksa melodi ve ritimden çok ton ve tını ağırlıklı olacağına inanıyorum.

    Şu günlerde, nefes aldırdığını düşündüğünüz neler dinliyorsunuz?

    Brian Eno, Robert Fripp, Adrian Belew ve Jon Hassell. 1980’lerde CoDoNa adlı, Colin Walcott, Don Cherry ve Nana Vasconcelos’un çaldığı bir grup vardı, iki konserlerini izlediğim için çok şanslı sayılırım. Walcott ve Cherry’nin erken aramızdan ayrılmalarıyla bu grup müzik dünyasına yapabileceği katkıyı tam anlamıyla gerçekleştiremedi maalesef. Eminem ve RZA’yi de beğeniyorum.

    ———–

    Soldan sağa Jeffy Medina, Raffi Geliboluluoğlu, Muhtar Turan, Ömer Sipahi, Mehmet Ali Babaoğlu, Christoph Sommer, Tevfik Sonder (Milliyet Liselerarası Müzik Yarışması 1969)
    —————


    Soldan sağa Tevfik Sonder, Murat Verdi, Edi Matig (1970 Fitaş Sineması Amatör Orkestralar Yarışması’nda Sıfır Virgül Bir Grubu)
    —————-


    Alman Lisesi Orkestrası 1967/68 müzik odasında provada, soldan sağa Tevfik Sonder, Hakkı Atasagun, Christoph Sommer, Jeffy Medina
    —————-

    Sıfır virgül bir’in plağı yayımlandığı dönemde Milliyet gazetesinde çıkan tanıtım yazısı.
  • William Burroughs, Jimmy Page’in hesabını alıyor

    William Burroughs, Jimmy Page’in hesabını alıyor

    HAZİRAN 1975. William Burroughs’a Led Zeppelin hakkında yazı yaz demişler. Zamanın güzel dergisi Crawdaddy Magazine, karşı kültüre dirsek çıkıyor. Deli yazar ne yapacağından emin olamamış, en iyisi konserlerine gideyim, Jimmy Page ile konuşayım, yazı da ortaya çıkar diye düşünmüş. Konserde ilk dikkatini çeken gençlik kitlesi olmuş, tek bir organizma gibi hareket eden, efendi, orta-sınıf gençliği… Dergiden eşlik eden bir arkadaşı, konser ortamından hafif tırsmış, kötü şeyler olabilir diye düşünmüş. Burroughs, her zaman kapıya yakın duracaksın diye öğütlemiş, boğa güreşlerinde matadorun değil izleyicinin yaralandığı mevzulardan örnek verip: “Yolu boşaltacaksın…”Burroughs, konserde kulağına pamuk tıkamayı istememiş, “Fas’tan alışığım ben gürültüye” diye düşünmüş. O dönemde rock konserleri çok sıra dışı ortamlardı, insanların çekince duyması makuldü. Burroughs, kötü bir şey olmayacağına emindim diyor. Enerji yoğundu, ancak kontrol edilebilir bir hareketlilikti. Özel efektler yerindeydi, kuru buz dumanını delip geçen lazerler, Jimmy Page’in telleri kopmuş gitarı, John Bonham’ın davul solosu, Robert Plant’in sözleri canlılıkla aktarması gibi.. Grubun performansını beğeniyor Burroughs, son şarkı Stairway to Heaven’de çakmakların yakılmasını ise alaya alıyor, “lisedeki bir Noel partisi gibi oldu ortam…”Burroughs, rock yıldızlarının peygamberlerle karşılaştırılmasına da göndermede bulunuyor, Peter Watkins’in Privilege (1967) filmine atıfta bulunarak: Kilise ve devlet manipülasyonuyla Mesih gibi gösterilmeye çalışılan pop-rock yıldızının hikayesi. Öte yandan, Burroughs’a göre, Led Zeppelin, ses, tekrar ve davula abanan bir gruptu. Fas’taki trans müzikleriyle ilgisi vardı. Ruhani güçleri kontrol etmeye çalışan, kaynaklarında büyü ve spiritüel etkiler olan müzik. Fas’ta müzisyenler, aynı zamanda büyücüler. Gnaoua denen müzikte mesela, kötü ruhları kovarlar. Joujouka, Tanrı Pan’ı selamlar. Neredeyse her sanat dalının temelinde büyü ve ruhani güçlerin etkisi var Burroughs’a göre. Rock konserlerinin, kitleyi ruhani tekrarlarla transa geçirme örneğinin verildiği ilk yazı diyebiliriz bu röportaj için… Konser sonrası Jimmy Page ile oturup laflamışlar, bu tarihi yazıyı, serbest çeviriyle aktarıyoruz:

    William Burroughs: Röportaj formatında tamamıyla YANLIŞ olan bir nokta var. Biri gelip yüzünüze mikrofonu dayıyor ve “Bay Page okült pratiklere ilginizden bahseder misiniz?” falan diyor. Jimmy Page oturduğumuz yere gelirken böyle bir durum olmayacağından emin oldum.

    Bir fincan çay içip konuşmaya başladık. Ortak arkadaşlarımız varmış. Loch Ness’de Aleister Crowley’nin evini almasına aracı olan emlak komisyoncusu, uçan daire ve piramitler uzmanı Donald Camel (Performance’da da çalıştı), Kenneth Anger, Jaggers tayfası: Mick ve Chris. Büyü konusu da geldi ve mevzu Aleister Crowley ile Kenneth Anger filmi Lucifer Rising’e bağlandı. Filmin müziğini Jimmy Page yapmıştı.

    Wiliam Burroughs: Konseri gerçekten çok beğendim. Fas’taki trans müzikle çok ortak noktası var bence.
    Jimmy Page: Evet, evet.
    Wiliam Burroughs: Bilinçli olarak mı kullandığınızı merak ediyorum…
    Jimmy Page: Tabii. Özellikle Kashmir şarkısında bir kısım var, bas partisyonu, gerçi hiçbirimiz Keşmir’e gitmiş değiliz. OHepimiz o türden müziklerle ilgiliyiz, tüm dünyadan etnik müziğin oldukça içindeyim.
    Wiliam Burroughs: Fas’a gittin mi?
    Jimmy Page: Hayır. Ülkeye giriş izni almak da kasıcı. Bildiğin gibi, daha çok Güneydoğu taraflarında, Hindistan, Bangkok gibi yerlerdeydim.
    Wiliam Burroughs: Ben Atina’dan doğuya geçmedim.
    Jimmy Page: Çünkü herkes yolculuk için yollara düşerken, Fas’tan, daha uzağa, İstanbul’a ayarlıyordu yolculuğunu. O dönemde ben sanat okulundaydım ve müzik olayına girmiştim. Bu nedenle o gezgin dönemi ıskaladım. Ancak oraya gidip Araplarla çalan müzisyenler tanıyorum.
    Wiliam Burroughs: Müziğin tamamen büyülü olduğunu düşünüyorlar.
    Jimmy Page: Evet.
    WB: Ve müziklerini kesinlikle büyü amaçlı yapıyorlar. Örneğin, Gnaoua müziği kötü ruhları kovarken, Joujouka müziği ise Tanrı Pan’a yakarıştır. O bölgelerde müzisyenlerin hepsi aslında büyücü, tamamen bilinçli olarak.

    //////////////////////////////////

    WB: Lazeri tüm konserlerinizde kullandınız mı?
    JP: Evet.
    WB: Oldukça etkili.
    JP: Bence daha fazla kullanmalıyız ne dersin? Otuz tane filan… Aydan yansıyıp geldiklerini biliyor muydun? O aletlerden birini ay için de kullanmışlardır. Oldukça etkilenmiştim.
    WB: Pek zarar verecek bir alet değil…
    JP: Doğrudan bakarsan verir…
    WB: Demek istediğim, sende delik filan açmaz yani…
    JP: Hayır tabi. Ben hologramların geleceği günü bekliyorum, üç boyutlu olmayı. Yapmayı istediğim bir başka şey de Van der Graaf Generator’dı. Eski korku filmlerinde kullanıldığını görebilirsin.
    WB: Evet, Frankenstein gibi olanlar… Hiç infra-sound diye bir şey duydun mu sen?
    JP: Devam et…
    WB: İnfra sound, duyma seviyesinin altında bir sestir. Fransa’da Profesör Gavreau diye biri tarafından ordu silahı olarak geliştirilmiş. Hazırladığı infra-sound gereciyle, beş mil içinde herkese yöneltip öldürebilirmiş. Ayrıca duvarları çatlatıp pencereleri de kırıyor. Vücutta titreşimlere neden olup öldürüyor. İşte benim merak ettiğim, dinleyicide ritm yaratmak için, bir nevi infra-sound gibi, tam sınırda bir ritmik müzik üretilir mi? Çünkü, sesin yüksek olduğu herhangi bir müzik bu titreşimleri yaratabilir. Etkinin ulaştıracağının bir kısmı sadece.
    JP: Hmmm.
    WB: Belli ki bu infra-sound denen naneyi yaratmak zor değil.
    JP: Bunu duymuştum. Ama bu kadar detaylı değil. Belirli frekansların insanları fiziksel olarak yaralayabileceğini duymuştum.
    WB: Evet. Ölümcül olur. Senin aradığın bu değil. Ama sadece titreşimleri ayarlamak için kullanılabilir.
    JP: Ah hah… Bir ölüm ışın makinesi! Tabii ki. Radyo da ilk çıktığında millet “Biz bu zehirli ışınları istemeyiz!” diyordu… Sonuçta, belirli notalar bardak filan kırabiliyor. Yani opera şarkıcılarının sesle bardak kırdıkları filan doğru, değil mi?
    WB: Coruso’nun hilelerinden o.
    JP: Ama doğru?
    WB: Tabii ki.
    JP: Hiç gerçekleşirken görmedim.
    WB: Ben de görmedim ama senin yapabileceğini biliyorum.
    JP: Ben lazer notalarının peşindeyim. Direkt kesip geçecek.
    WB: Aslında o tür bir zamazingoyu atıkçılardan alacağın parçalarla yapabilirsin. Yapması çok karışık bir makine değil. Aslında patenti bile var. Fransa’da patenti çıkmış. Fransız kanunlarına göre, patentin kopyasını alabiliyorsun, ufak bir miktar karşılığında.
    JP: Aslında, sahneden seyirciye doğru, neler olduğunu anlamak oldukça zor. Sadece… Demek istediğim, grubun çaldığını görmedim hiç, gerçekten. Çünkü ben de onun bir parçasıyım. Bir selüloid filmde görebilir ya da duyabilirim. ama ne gördüğümü de biliyorum. Dinleyici içindeki bu ritm denen şey. Evet diyebilirim. Kesinlikle evet. Riff’ler barındıran müziğin, bir trans gibi etkisi olacaktır ve bu, kesinlikle mantra’dır. Hatta bu yüzden saldırıyorlar bize.
    WB: Mantra’nın yaptığı şey, bedende belirli titreşimleri düzenlemek. Bu da kesinlikle aynı şey. Tabii ki, çok ileri gittiği oluyor. Ama benim merak ettiğim, infra-sound sınırında bazı ilginç şeylerin yapılabileceği.

    //////////////////////////////////

    JP: Geçen yıl hiç aralıksız üç saatlik setlerle çalıyorduk. Fiziksel olarak gerçekti. Ama son turumuz bittiğinde nerede olduğumuzu bilmiyordum. Nereye gittiğimizi. New York’a geçtik ve sahnede bir enstrüman olduğumu söyleyebilirim. Tamamen ve tamamen boşluktaydım.
    WB: En son ne uzunlukta çaldın. Bu iki buçuk saatti.
    JP: Aynen. Daha önce üç saatti.
    WB: Üç saat durmadan okumaktan nefret ederim.

  • Birce Yıldız Birdinç – Mistik Doğaçlamalar@Gama

    Birce Yıldız Birdinç – Mistik Doğaçlamalar@Gama

    BİRCE YILDIZ BİRDİNÇ

    “Mistik Doğaçlamalar”
    04 Mart 2011 – 17 mart 2011

    Soyut ekspresyonist çalışmalarıyla, gelecek vaadeden genç ressam Birce Yıldız Birdinç’in, “Mistik Doğaçlamalar” adlı altıncı kişisel sergisi 04 – 17 Mart 2011 tarihleri arasında Gama Gallery’de yer alıyor.

    Resimlerini kozmos üzerine kurgulayan sanatçı, tuvalerinde mistik bir araştırmaya giriyor ve tuval yüzeyinde, farklı renk kütleleriyle tinsel bir boyut kurgulamaya çalışıyor.

    Resimlerinde kendine has malzemelerle oluşturduğu karışık tekniği uygulayan sanatçının tuvalleri, zengin bir dokuya sahiptir.

    GAMA GALLERY
    Turnacıbaşı Sok.No:21 (Galatasaray Hamamı Karşısı)
    Beyoğlu-İSTANBUL

    0212 245 69 22
    info@gamagallery.com
    www.gamagallery.com