[su_dropcap style=”simple” size=”4″]Y[/su_dropcap]azının icadından beri dünya daha kolay dönüşebilecek, yakın-uzak geleceği tasarlanabilecek bir seyirle dönmeye devam ediyor. Tarih boyunca insan, doğa başta olmak üzere dünyaya dair bir etkileşim içinde. Bunu takiben keşifler dünyanın daha büyük bir yer olabileceğini göstermiş, icatlar dünya nimetlerinin şekillendirilebileceğini kanıtlamış, bilim sistematik ve sınanabilir bir yolla paradigmalar sunmuştur. Bugün var olan birçok sosyal ve teknolojik yapı dün imkansız, kimi ırklarca şeytan, yer yer korkunç sayılabilecek ütopyalardı. Aldous Huxley Cesur Yeni Dünya’yı insanoğlunun uzakta bir yerde ulaşacağı geleceği, bugünün gerçeküstü sayılabilecek dününe paralel bir temel ile kurguluyor.
Romanın yazıldığı dönemin siyasi, sosyal ve ekonomik koşulları kurgunun temelini oluşturuyor. Roman Büyük Ekonomik Buhrandan sonra kurulan Cesur Yeni Dünya’nın insanlarının nasıl üretildiğini anlatarak başlıyor. Cesur yeni dünya’ nın kendi bütünlüğü içerisinde yaptığı gelecek tasvirlerinin temel motivasyonu kırılmaz ve değişmez bir istikrar. Bu istikrarda Henry Ford’un uygarlığımıza kazandırdığı seri üretim kavramından alınan ilhamla ilerliyor. Sadece ürünlerin değil, insanlığın da seri üretimi. Taşınabilir bantlarda şişelenmiş insan embriyolarının işlenerek doğuşu, yani şişeden alınışı ve enbaşından ölümüne dek yaşamları planlanmış. Bu insanlar fabrikaya dönüşmüş bir toplum yaşantısının içerisinde bir dişli olarak yer alıyorlar. Ancak bu insanlar dişli olarak süren hayatlarından oldukça mutlu olmaya şartlandırılmış durumdalar. İnsanlığın temel dert kaynaklarının hepsi yok olmuş durumda. Çıkabilecek ufak tefek sorunlar ise yasal uyuşturucularla önleniyor. Sefalet yok, açlık yok, ölüm korkulacak bir şey değil, kimse hastalanmaz, sex sıradanlanmış ve herkes tarafından yapılıyor.Bu yeni dünyanın en büyük sloganlarından biri “herkes herkese aittir” herkes herkesle birlikte olur , sevgili olmak, evlilik , aşk gibi kavramlar yok. Herkes mutlu, şayet her hangi bir problem varsa da ‘soma’ bunu çözer. Kimse mutsuzluğun ne olduğuna dair bir deneyimlemeye sahip değil bu nedenle mutluluk da alt metni dönüşmüş bir kavram.
Her bireyi kendi içinde eşsiz olarak değerlendirebilmemizi sağlayan öznellik, bireyin somut ve soyut mahremiyeti söz konusu değil.İç dünyası teknik bir biçimde inşa edilmiş ve emsalleri yoluyla ifşa edilmiş, meşrulaştırılmış.Tüm süreçleri, misyonu ve sınırları belirgin bireylerin sosyal çevreleri de sadeleştirilmiş. Bu dünyanın insanları kendi yanlızklıklarını algılayamayacak kadar yalın bir zihniyetin hapishanesindeler.
Bugün küreselleşme, modernleşme söylemleri ile dönüşen, yoğunlaşan, kalabalıklaşan dünyamızın paralel bir tekdüzeliğe doğru yol aldığını söylemek bu distopya yazılmış olduğu için çok da zor gelmiyor. Birçok insan standart bir idealin farklı basamaklarında bir sonraki basamağa erişebilmek için yapması gerekeni yapıyor. Kapitalizmin bize öğrettiği sıralama bunun olabileceğini söylüyor. Birçok devlet liberalizmin kapitalist versiyonları ile bu savı doğruluyor. Ben basamakların çoğunluk için sadece genişletilip, basamaklar arası kat edilecek yolun uzatıldığını düşünüyorum. Bizim dünyamızda insanları motive ederken uyuşturucu yerine kullanılansa bir dizi söylem ve bir basamak fark atabilmek şerefine nail olmuş birkaç aile dostu çocuğu ve komşunun yurtdışında bir bankada çalışan, bize göre büyük kendi çevresince orta standartlarda yaşayan kızı ya da oğlu. Medyanında desteğiyle, kitle imalat fabrikalarımız, doğumdan itibaren bireyleri kendi çevreleri, biraz yetenekleri, psikolojik danışman ve rehber öğretmenlerinin tahmin ve takviyeleri ile basamakların birinde bir ömürlük gezintiye bırakıyor. Tıpkı cesur yeni dünyada insan’a dair çeşitlilik adı altında değerlendirebileceğimiz birçok kavramın tektipleştirildiği gibi.
Thomas Hobbes, j.j. Rousseau ve J. Locke gibi devlet’i yapay bir varlık sayan düşünürlere göre başlangıçta insan toplulukları ”doğal durum” adı verilen bir şekilde yaşıyorlardı.
İnsanları yöneten ne kurumlar ne de kurallar bulunuyordu. Daha sonra tarihsel dönüşümlerin doğurduğu sonuçlarla, insanlar barış ve düzen içinde yaşayabilmek için devlet düşüncesini ortaya çıkardılar. Elbette devlet’e dair bir çok yaklaşım temelinde düzen ve barışı sağlayabilmek adına düzenlemeler yapan, insanları yasa ve yükümlülüklerle yönlendiren bir yapı. Bu yolla da kendi kontrolünü kolaylaştırıyor. Cesur yeni dünya’da devletin bireyin işini kolaylaştırmak amacıyla sunduğu yeniliklerin esasında kendi kontrolünü arttırmak niyetini açıkça işlenmiştir. Lakin iktidar öylesine biyonikleşmiştir ve öylesine rasyonalisttir ki, bırakın o iktidara karşı koymayı, varlığını fark etmek bile imkansıza yakındır.Tümüyle batı tipi demokrasilerin düşünceyi kontrol altına alır oluş şekli, kapitalizmin öğretilmiş düşünce yapısı içinde insanların özgür iradelerinin var olduğunu düşünerek aslında konforun getirdiği bir kabulle her türlü tahakkümü meşrulaştırır olması genişçe eleştiriliyor. Dolayısıyla modernleşmeye dair büyük bir eleştiride söz konusu. Kapitalizm ve liberalizmin birarada günümüzde bile temel ‘modernleşme’ unsuru gibi görülmesi tesadüf değil. Bugün endüstri toplumlarında makinaların bir parçası haline gelmiş insanların varlığı ve yoğunluğu düşünülürse yazarın 1930’lu yıllardaki kehanetleri çok da yersiz değil. Ne dersiniz?
✪