Neden internette varolmayı tercih ettiniz?
F!: Coşkuyu harlı tutmak. Mesele biraz da bu. Sevdiğimiz matbu yayınların şefkat borcunu, koynumuzda yatırıp uyuduğumuz tüm o satırları, resimleri ve bize aktarılan yazı denilen o garip hissiyatı, internet çağında benzer bir ruh haliyle yaşama, yaşatma ve biraz da bencilce olsa da, kendimizi unutmama çabası. İşin teknik yanını bir an için bir yana bırakırsak, 1 Ocak sabahı şehre inen Zapatistaların o çoşkusu ile ÖKÜZ dergisinin kayıp bir sayısını bulmanın anlamını, birini diğerinden uzakta konumlandıramıyoruz. Biliyoruz ki, sayıları değil, hissiyatı konuşacaksak, yine ve hâlâ ve bu çağda -buraya ünlem gelmeli, şöyle: !- böyle hissedenler var.
Ya detaylar? Anlatılmayan konuların neredeyse kalmadığı düşünüldüğü, hikayelerin, şiirlerin, filmlerin öykülerinin ıssızlaşıp, aynı kelimeyi farklı görsellikle vermenin yaratıcılık olduğu dönemimizde -oysa dönen yok bizim yolumuzdan, belirtelim- didaktik ya da biyografik akademik metinler değil, detay ve ayrıntı ile garip rastlantıların yakalandığı bir dünyanın, hem yayınsal hem de de insani ilişkiler açısından daha zengin olacağı rüyasını görmektir, peşinde olduğumuz konular…
Bu ülkenin, başka bir dilde büyümüş insanlara anlatmanın imkansız olduğu güzellikte üretim yapan insanları var. Başka dillerde küfredip de tam da buraların hissiyatına paralel düşen, genelin değil absürdün, tüm bu beyhude anlamlandırma çabasının tam zıttında, aklımızı kaçırmamızı engelleyen o insanları da duymak keyfini kamulaştırmaktır, enteresan mevzular dediğimiz. (Aklımızı kaçırınca akıl hastanesine değil de, Artaud’nun “tımarhanesine” gönderseler kabulumuz aslında, bir emin olsak nereye gideceğimizden!)
Ayrıca, işte siz de varsınız, sizi okuyacaklar var. Böyle daha güzel değil mi? Aynı siniden kaşıklamaktan daha orgazmik ne olabilir ki?
Öte yandan elektronik dergiciliğin şu gibi sınırlılıkları var (belki de yok; yok mu?), örneğin; ….
Akkor bir zamane yanılgısında, önce kendi okuyucunu aynı nehre ayağını sokmaya ikna etmek. Çünkü o da koynunda istiyor sevdiğini. Farkımızın olmadığı dijital yayın denen bu zarurette (kelimenin darından çıkıp genişinden koşarak: başka çare olmamasında, saklı çaresizlikte, açık zorunlulukta) matbuya ihanet etmeden dijitali yukarıda bahsedilen coşkuya katmak, teknik olarak zorluğu, hayat mücadelesinde daha fazla zamanı, sabrı ve yalnızlığı gerektiriyor. Aşması güç ama imkansız olmayan engebeler. (Belirtelim, en gebe satıh olsa olsa, bir garda söner gibi duran ama sonsuzca yanmaya inat eden o titrek ışıktır.)
Günün birinde basılı formata geçeriz/geçmeyiz, çünkü…
“Vurun ulan vurun ben kolay ölmem” der. Yayıncılığa kemiklerinden başlayıp önem veren memleketlerdeki rakamlar bunu gösteriyor. 2011 yılı matbu dergilerin dönüşü oldu. Üçüncü yol (dijital ve matbunun sıradışı, yüksek ateşli sevişmesi) binlerce çocuk doğurdu. Farklılar ama hâlâ varlar.
Ama Futuristika! için şu geçerli: Önce kendi okuyucusunu tamamıyla bulacak. Henüz olmadı. Çünkü “kurşun kubbeler” ülkesinde zaman çok daha ağır akıyor.
Dergicilikteki tiraj ve mizanpaj mefhumları elektronik dergicilikte şunlara tekabül eder:
Genel anlayışa göre, tık tık tık! Hitler (ressam olan değil), geribildirimler, (sanalda) paylaşımlar, varsa reklamlarınıza vuruşlar. Dosyalarınız ne kadar “indiriliyor”? Onlar indikçe siz çıkıyorsunuz! O şarkıdaki gibi: “Binlerce tiraj (çeşidi) var.”
Bizim için ise farklı anlamlara sarılmış. (Woody Guthrie sever misiniz? Bob Dylan ve Joe Strummer o olmasa olmazdı. Gitarında “bu alet faşistleri öldürür” yazmıştı. O’nun sevdiğine sarılması gibi).
Birkaç örnek; kendi gündemini oluşturmak. Bizim için olmazsa olmaz. Muhakkak ve illa, özgün içerik üretmek. (Matbuda yayımlandıysa oraya bir selam çakıp emaneti alıyoruz kuşkusuz.) Mevzuyu ensesinden yakalamak. Ense, kulak memesi ve koltuk altının en hassas sinir noktalarından olmasında bize anlatılan bir şeyler var. Diğer noktalar standart zaten.
Mizanpaj derken, bazı yazıları yayımlamak teknik olarak saatler alıyor. Günler hatta. Çünkü bir matbu yayındaki okunabilirliği taşımaya çalışıyoruz. Çok değil, nadir olsun istiyoruz. Bazen aklımız ve becerimiz hayalimize yetişemiyor, buradan tüm okuyucu ve yazarlarımızdan içtenlikle özür diliyoruz.
Derdimizi ‘Türkçe anlatma’ ısrarımız şundan ileri geliyor:
Yarasını “yamayamamama” rağmen, Oruç Aruoba’nın dediği gibi: “bugün, şimdi, yalnızca ben biliyorum; ben de öldükten sonra kimse bilmeyecek…”
[sws_ui_box ui_theme=”ui-smoothness” ui_state=”ui-state-highlight” icon=”ui-icon-info”]
Zezine nedir?
Ankara menşeli bir elektronik mecmuadır. Mevsimlik olarak çıkması planlanan dergi İngilizce ve Türkçe yayınlanacaktır.
Zezine akademik olanla olmayan, popüler olanla olmayan, magazinsel olanla olmayan ikiliklerinin ötesinde bir olabilirliğin peşine düşer. Uzlaşmaz olduğu farz edilen bu gibi ayrışmaları daha yenilikçi, yaratıcı, eleştirel, nüktedan ve hatta kimi zaman şımarık bir tutumla ele almayı önerir. Zezine için dergicilik salt yazmak ve okumak değildir. Bakarak, görerek ve işiterek üretilen farklı anlatı biçimlerini bünyesinde buluşturmayı 4 gözle bekler.
zezine.net [/sws_ui_box] ✪