Ötkü

Tahsin Görmüş sizi Hayaller Müzesi'nde okey oynamaya davet ediyor, belki Rıza bey de gelir hem...


Makara sarıyor, geri sayım başladı. Müzikli testeremi kınından çıkarıyorum. Araya saçların kaçmış. Tek tek ayırıyorum. Gıcırtılardan anımsıyorum, muhakkak ki Allah ayrılmamızı istemiyor. Gıcırtılar artıyor. Müzikal daha yeni başladı ama sen bir sıyırtmadır kaçıyorsun. Ama kaçma diyorum. Saatler eridiyse biz de eriyebiliriz. Ama bakıyorum, banyo sabununda da saçın kalmış. Bu saatte ne yapabiliriz ki? Hayaller müzesine gidelim bir daha çıkmayalım, diyorum. Hem bakarsın Rıza Bey de gelir. Bir kişi daha bulursak okey bile oynarız. Valikont? Monjii.

Böyle bir dönemeç vardı ya bakkalın karşısında, hatırlıyor musun? Kahveye çıkardı. Biz ıhlamura çıksın isterdik, kahveye çıkardı. Böyle ıhlamur özlemiyle kaç defa kahveye gittik biz sen biliyor musun? Hep senden bahsederdim ben. Gönül isterdi ki elektrik direklerinden bahsetseydim ama, senden bahsederdim. Gerçi direklerden bile sana çıkardım. Mutsuz bir tuşun her an basılışıydı, kare pantolon. Bir bıçak sürekli süngerleri deliyordu. Görsen, her yer sünger parçaları. Bir daha da bir araya gelemezler eskisi gibi, biliyorsun değil mi? Tutkal tutkal üstüne. Asıl mesele de burada ya, üçgen kravat.

Sigarayı bıraktım artık ben, sana başladım. Çöpleri bitmiş kibrit kutularım var, içlerine giriyorum. Zile basıyorum, dikiş makinesiyle intihar ediyorsun. İlahi sen. İlahi yarabbi. İlahi, yarabbi. Teravihten sonra vitir namazı. Paçavralardan bir canavar oluşuyor. Üzerime geliyor. Bir odaya dalıyorum kaçarken. Bir sürü alet üst süte yığılmış, deney yapıyorlar. Pencereden bakıyorum, uçak mıdır, adam mıdır bir şey geçiyor. Ama üzerindesin. Fırlatmışsın dikiş makinesini falan. Ama ya, ama yaa, ama yaaa. İsyan ediyorum. Yumurtamı kırıyorum. Sokakta bir kadın çocuğuna gösteriyor beni. Bu mu ha, diyorlar, bu mu haa, bu mu haaa. Gördün mü nelere yol açıyorsun? Bacağımdaki çekmecelerden birini açıyorum. Bu durumda ne yapmalı ona bakacağım.

Bir gün harflerini de alıp gidersen, ne yaparım ben? Ne yapıyorum ben? Üç kutu bali, bir de siyah poşet istiyorum. Kafam dumanlı, dünyanın sırrını çözüyorum. Ben biliyorum artık, ama söylemem. Şaka yapıyorum, ne sırrı. Ancak hayal kurarım ben. Diyelim ki güzide bir Anadolu kasabasındayız. Saçlarını rüzgar almış falan. Gözlerin desen, neyse, deme sen. Aurore geliyor yoktan yere. Tanıyor musun Aurore’u? Dinliyor musun sen beni? Kendini anlatan üç kelime, diyor. Üç kere adını söylüyorum. Olmadı mı? Tamam değiştirelim. Diyelim ki yağmur yağıyor. Olacak iş değil. Ayinesi iş değil kişinin, lafa da bakılıyor. İnsanlar konuşmuyor artık, ceplerinde ortası resimli kağıtlar var, onlar konuşuyorlar. Biz de onlar gibi olmayalım. Biz bu yağmurda geri çekilip de senin ıslanmış saçlarına bakalım. Sonra da eve döneriz. Harem Gebze’ye atladık mı tamam. Minibüs: Bir paket insan lütfen! İkimizi bir paket yapsınlar ama. Başkalarını sokma araya, olmaz mı?

Ama nasıl oluyor da bunları unutuyorsun? Hatırla diye ensene üflüyorum. Yine hatırlamıyorsun. Sıkılıyorum artık. Bitireceğim ama yazdı kaçtı demelerinden korkuyorum. Sen de kaçma artık, ayarımı bozuyorsun. ✪

Önceki

[Alan Moore] Sihirbazın posta kutusundan çaldıklarım

Sonraki

Aslı Serin’in siz ve sen halleri