Bugünlerde gerçek dünyada, yani video iletimleri dünyasında, cep telefonları, faks makineleri, bilgisayar ağları ve özellikle de avangard bilgisayar korsanları, siberpunklar ve hiperuzay ucubelerinin uğultulu dijital alanlarında, matbunun kaderine terkedilmiş, modası geçmiş bir teknoloji olduğunu, yakın zamanda kütüphaneler dediğimiz tozlu, sahipsiz müzelere sonsuza dek gönderilmek üzere yazılan eski günlerin merakı olduğunu sık sık duyacaksınız. Gerçekten de, ağaç kesen, kağıt israfı yapan kitapların ve diğer matbaa tabanlı medyanın çağı, onun hummalı ölümlülüğünün bir işareti olarak görülüyor, bir zamanlar hayati önem taşıyan bir formun sonsuza dek yok olmadan önceki son nafile nefesi bu, Tanrı kadar ölü.
Bu da, bildiğimiz anlamıyla romanın da nihayete erdiği anlamına gelir. Ölümünü yüksek sesle dile getirenler ardından yas tutmuyor demek değil bu. Geçip giden cazibesine rağmen, endüstriyel ticaret demokrasilerinin ortaya çıktığı – ve Hegel’in “orta sınıf dünyasının destanı” olarak adlandırdığı – dönemle aynı zamanda sahnenin tam ortasına atlayan geleneksel roman, sözde cellatları tarafından artık aramızda olmayan bir geçmişin ataerkil, sömürgeci, kanonik, özel, hiyerarşik ve otoriter değerlerinin ölümcül taşıyıcısı olarak algılanıyor.
Romanın iddia edilen gücünün çoğu, bir cümlenin başlangıcından noktasına, sayfanın üstünden altına, ilk sayfadan son sayfaya kadar yazar tarafından yönlendirilen zorunlu bir hareket olan satırlara gömülüdür. Tabii ki, matbaanın uzun tarihi boyunca, satırın iktidarına karşı koymak için kenarlıklardan ve dipnotlardan Laurence Sterne, James Joyce, Raymond Queneau, Julio Cortazar, Italo Calvino ve Milorad Pavic gibi romancıların yaratıcı hamleler vardı , hatta bu stratejileri kullananlar arasında biçimin babası Cervantes’i dışlayamayız. Lakin, satırın tiranlığından gerçek anlamda özgürleşmenin kazanılması ancak şimdi mümkün oluyor. Biri ortaya çıkıp da metne yerleştirmediği sürece satırın aslında hiç var olmadığı bilgisayarda yazılan ve okunan hipermetnin ortaya çıkmasıyla gerçekleşiyor.
“Hipermetin” bir sistem değil, çeyrek yüzyıl önce Ted Nelson adlı bir yazılımcı tarafından bilgisayarın mümkün kıldığı tüm doğrusal veya ardışık olmayan alana eklenen yazıyı tanımlamak için ortaya atılan genel bir terim. Dahası, matbu metinden farklı olarak hipermetin, metin segmentleri arasında çoklu yollar sağlar. Şimdi genellikle hipermetin öncesinde kalan ama öngörülü Roland Barthes’dan ödünç alıp “leksialar” diye adlandırılır.1 Bağlantılı leksia ağları ile, alternatif yol ağları (matbunun sabit tek yönlü sayfa çevirmesinin aksine) hipermetin, radikal biçimde farklı bir teknoloji sunar, etkileşimli ve çok sesli, kesin bir söylem yerine çok sayıda söylemi tercih eder ve okuru yazarın tahakkümünden kurtarır. Hipermetin okuru ve yazarının, metinsel (ve görsel, kinetik ve işitsel) bileşenlerin haritalandırılması ve yeniden haritalandırılmasında ortak – öğrenenler veya ortak – yazarlar olduğu söylenebilir, bu araçlar hepsi eskiden yazar olarak adlandırılanlar tarafından sağlanmaz artık.
İlk başta radikal bir şekilde yeni bir eğitim alanı olarak kullanılsa da, 1980’lerin ortalarında hiperalan, kurgu yazarlarını kendine karmaşık ve sonsuz genişletilebilir, sonsuz derecede çekici ağlarına, yolları çatallanan bahçelerine, hipermetin takviyeleri ile popüler olan başka bir yazara, Jorge Luis Borges’e atıfta bulunmak için çekiyordu.
Çeşitli sistemler kurgu yazımı için bu alanın gelişimini desteklemektedir. Bazıları kartların karıştırılması gibi basit rastgele bağlantılar kullanır, diğerleri (Guide ve HyperCard gibi) bir tür kendin yap temel araç seti sunar ve diğerleri (şu anda bu ülkedeki kurgu yazarları arasında tercih edilen Storyspace ve Brown Üniversitesi’nde geliştirilen Intermedia gibi daha ayrıntılı sistemler) eksiksiz bir sofistike yapılandırma ve navigasyon cihazları paketi sağlar.
Hypertext’in önde gelen savunucuları genellikle romanın küstahlığına saldırsalar da, kendi iddiaları da pek mütevazı değildir. Okuryazarlık tarihinde üç büyük olay olduğunu oldukça ciddi bir şekilde ilan ettiklerini duyabilirsiniz: yazının icadı, matbaanın icadı ve hipermetnin icadı. Hiperuzay yürüyüşçüsü George P. Landow’un bu alanı araştıran kitabı Hypertext’de belirttiği gibi, “Elektronik metin işleme, basılı kitabın geliştirilmesinden sonra bilgi teknolojisindeki bir sonraki büyük değişimi işaret ediyor. Kültürümüz, özellikle edebiyatımız, eğitimimiz, eleştirimiz ve bursumuz üzerinde, Gutenberg’in matbaa tarafından üretilenler kadar radikal etkiler yaratmayı vaat ediyor (veya tehdit ediyor).”
Landow, “dokunsaldan dijitale doğru hareketin” çağdaş dünya hakkındaki birincil gerçek olduğuna dikkat çekerek, tükenmiş bir teknolojide çalışan baskı kültürüne bağlı eleştirmenlerin yazılarının çoğunun “bilimsel ciddiyet modelleri, hayal kırıklığı kayıtları ve hümanist pozisyonların cesur fedakarlığı” olduğunu gözlemliyor. Hipermetin hakkında veya bizzat onu yazanlar “düpedüz kutlama” yapıyorlar, “Postyapısalcıların çoğu, dileklerinin gerçekleştiği bir günün alacakaranlığından yazıyor; hipermetin yazarlarının çoğu ise aynı şeylerin çoğunu tam da şafağın içinden yazar.”
Şafak vaktidir bu, emin olun. Tam uzunlukta hipermetin kurgularının büyükbabası, Michael Joyce’un 1987’de diskette piyasaya sürülen ve 1990’da kısmen Bay Joyce tarafından geliştirilen yeni bir Storyspace “reader’ına” taşınan “Öğleden Sonra” adlı eseri.
Aynı zamanda “The War Outside Ireland: A History of the Doyles in North America With an Account of Their Migrations” (İrlanda’nın Dışındaki Savaş: Kuzey Amerika’daki Doyle’ların Göçlerinin Hesabı) adlı basılı bir romanın da yazarı olan Joyce, çevrimiçi Postmodern Culture isimli dergide, hiper kurgunun “gerçek elektronik metnin ilk örneği olduğunu, bunu çok modlu, çok duyulu yazının doğal biçimi olarak düşüneceğimizi” yazdı, ancak hala o kadar radikal bir şekilde yeni ki tam olarak ne olduğundan emin olmak zor. Başlangıç olarak sabit bir merkezi ve kenarları, uçları veya sınırları yok. Geleneksel anlatı zaman çizgisi coğrafi bir manzara veya çıkışsız bir labirentte kayboluyor, başlangıçlar, ortalar ve sonlar artık anlık gösterinin bir parçası değil. Bunun yerine: dallanma seçenekleri, menüler, bağlantı işaretçileri ve eşlenmiş ağlar var. Bu üstsüz (ve dipsiz) ağlarda hiyerarşi yok, çünkü paragraflar, bölümler ve diğer geleneksel metin bölümleri, yakında ses, animasyon ve filmle desteklenecek biçimde eşit olarak güçlendirilmiş ve eşit derecede geçici pencere boyutunda metin ve grafik bloklarıyla değiştirilmiş.
Carolyn Guyer ve Martha Petry’nin, Writing on the Edge dergisinin 1991 bahar sayısında yer alan bir diskte yayımlanan (eğer “yayınlandıysa”) hipermetin “Izme Pass”daki açılış” yönleri”nde belirttiği gibi:
“Bu yeni bir kurgu ve yeni bir okuma türü. Metnin formu ritmik, tıpkı zaman ve olayların geçişinin kişinin yaşamında yaptığı gibi, anlamları yavaş yavaş hesaplayan kalıplar ve katmanlar halinde kendi üzerinde dönüyor. Esere gömülü metin bağlantılarını denemek, anlatıyı yeni yapılandırmalarda, ilgi alanınızın yolunun oluşturduğu akışkan takımyıldızlarında bir araya getirecek. Hiper kurguyu okumakla geleneksel basılı kurguyu okumak arasındaki fark, adalarda yelken açmakla rıhtımda durup denizi izlemek arasındaki fark olabilir. Biri mutlaka diğerinden daha iyi demek değil.”
Izme Pass
Bu noktada itiraf etmeliyim ki, ne kendim hiperuzay konusunda uzman bir gezginim, ne -yedinci on yılıma girerken ve bu nedenle, iyi ya da kötü, eskimiş baskı teknolojisine kendimi adadığım için- muhtemelen kendi büyük hipermetin kurgularımı ortaya koyacağım. Ancak, geleneksel burjuva romanının ve doğrusallığa meydan okuyan kurguların yıkılmasıyla her zaman olduğu gibi, orada (veya içinde) bir şeyler olduğunu ve bunun ne olduğunu bilmem gerektiğini hissediyorum: Guyer – Petry adalarına yelken açmayacaksam, en azından gözlüklerimle kıyıya koşmam daha iyi olurdu. Ve bu konuda bir ders vermekten daha iyi bir öğrenme yolu var mı?
Böylece Brown Üniversitesi Köprü Metni Kurgu Atölyesi başladı, iki bahar dönemi (ve halihazırda birçok yazılım nesli) eski, okuma alışkanlıklarının değiştirilmesine ve yeni anlatıların yaratılmasına adanmış bir kurs olarak tasarlandı.
Yazı okulu öğrencileri muhafazakar yaratıklar olarak bilinir. İnatla ve umutla okuduklarının geleneği içinde yazarlar. Alternatif veya yenilikçi biçimleri denemelerini sağlamak, onları bir yaşam tarzı olarak bakirliğe ikna etmekten daha zordur. Ancak hiperuzayla karşı karşıya kaldıklarında başka seçenekleri yok: tüm rahatlatıcı yapılar silinmiş. Ya doğaçlama yaparız ya eve gideriz. Bazıları bu eski yapıları çılgınca yeniden inşa eder, bazıları kaybolur gider, çoğu ne kadar derin (sonsuz derin) olduğunu bile sormadan korkusuzca sıçrar ve bu yeni arenanın, yeni anlatıların yaratılması için gerçekten heyecan verici, kışkırtıcı, ancak sık sık sinir bozucu bir ortam olduğunu kabul eder, potansiyel olarak devrimci bir alan, tam olarak ilan edildiği gibi, kurgu sanatını dönüştürme yeteneğine sahip, şimdi biraz saçakta kalsa bile, bu çok erken günlerde, ana akımdan uzak, hâlâ.
Hipermetin ile hem yazarlar hem de okuyucular olarak düzyazı kadar yapıya odaklanıyoruz, çünkü genellikle basılı hikayelerde gizlenen anlatıların şekillerinin aniden farkına varıyoruz. Köprü metinde öne çıkan en radikal yeni unsur, davet edildiğimiz veya oluşturmak zorunda olduğumuz çok yönlü ve genellikle labirentli bağlantılar sistemi. Gerçekten de yaratıcı hayal gücü genellikle ifade veya stilden ziyade bağlantı, yönlendirme ve haritalama ile veya karakter veya olay örgüsü (kesinlikle tehlikede olan iki geleneksel anlatı unsuru) olarak adlandırdığımız şeyle daha fazla meşgul olur. Metin parçaları arasındaki boşluklarda ve yörüngelerde okuma ve yazma deneyiminin ne kadarının gerçekleştiğini keşfetmek bizi her zaman şaşırtmıştır. Şöyle ki, metin parçaları bizim güvenliğimiz için atlama taşları gibidir, ancak anlatıların gerçek akımı bunların arasında akar.
Genç bir yazarın, Alvin Lu’nun, çevrimiçi bir sınıf denemesinde belirttiği gibi, “anlatının kurucu parçalarına tamamen yok edilme derecesi.” Bilgi bitleri bilgiyi iletir, ancak bitlerin yan yana gelmesi anlatı yaratır. Bir hipermetin (anlatı) vurgusu, okuyucuya güç verilme derecesi, okumak için değil, ona sunulan metinleri düzenlemek için olmalı. Herkes okuyabilir, ancak herkesin kendilerine sunulan sofistike organizasyon yöntemleri yok.”
Atölyede geliştirilen ve hepsi “hazırlık aşamasındaki” kurgular, “Our Town/Şehrimiz”e benzer coğrafi anlatılardan ve kendi maceranızı seçin öykülerinden klasiklerin parodilerine, iç içe geçmiş anlatılara, mekânsal şiirlere, etkileşimli komediye, metamorfik hayallere, çözülemez cinayet gizemlerine, çizgi romanlara ve Çin seks kılavuzlarına kadar uzanmaktadır.
Hipermetinde çok seslilik popülerdir, anlatılara hem çizilen hem de taranan grafik öğeler dahil edilmiştir, çeşitli sesleri veya olay örgüsü öğelerini tanımlamak için yaratıcı yazı tipi değişiklikleri kullanılmıştır ve ayrıca tipik olarak kurgularda kullanılmayan çok etkili resmi belgelerin kullanımı da olmuştur – istatistiksel grafikler, şarkı sözleri, gazete makaleleri, film senaryoları, karalamalar ve fotoğraflar, beyzbol kartları ve kutu puanları, sözlük girişleri, rock müziği albüm kapakları, astrolojik tahminler, tahta oyunları ve tıbbi ve polis raporları.
Haftalık atölyelerimizde, seçilen yazarlar, bir tepegöz üzerinde, gelişen anlatı yapılarını sergilerler, daha sonra yazıları, tasarımları, karakter gelişimleri, duygusal etkileri, ayrıntılara dikkatleri vb. gibi olağan eleştirilerle karşılaşırlar. Ancak aynı zamanda birbirleriyle sürekli çevrimiçi diyaloga girerler, eleştiri, coşku, şüpheler, spekülasyonlar, teorileştirme, espriler yaparlar. Tüm bunlar o kadar eğlenceli ki, Bay Landow’un belirteceği gibi, bu “düpedüz kutlama” deneyimi o kadar zorlayıcı ki, yaratıcı çıktı şimdiye kadar, sıradan lisans düzeyi yazma atölyelerininkinden çok daha büyüktü ve kesinlikle yüksek bir kaliteye sahipti.
Eski tescilli şekilde kurcalanmaktan az çok korunan bireysel kurguların yanı sıra, atölyede “Otel” adlı bir grup kurgu alanında da özgürce ve çoğu zaman oldukça anarşik oynadık.” Burada yazarlar giriş yapmak, yeni odalar, yeni koridorlar, yeni entrikalar açmak, metinlerin bağlantısını kaldırmak veya yeni bağlantılar oluşturmak, başkalarının metinlerine müdahale etmek veya onları alt etmek, olay örgüsünü değiştirmek, zaman ve mekanı manipüle etmek, icat edilen karakterler aracılığıyla diyalog kurmak, daha sonra birbirlerinin karakterlerini öldürmek ve hatta otelin tesisatını sabote etmek için özgürdürler. Böylece bir gün otelin barında karşılaşan bir erkek ve kadın bulabiliriz, bir tür cinsel ilişki üzerinde çalışıyoruz, ancak birkaç gün sonra geri dönüp bir veya her ikisinin de cinsiyet değişikliği yaptığını keşfedebiliriz. Hipermetin atölyelerimden biri sırasında, otelimizde birden fazla barmen olduğunu tespit ettiğimizde belirli bir okuma gerginliğine neden olduk: Bu aynı bar mıydı, değil miydi? Öğrencilerden biri – yine Alvin Lu – tüm barmenleri “Üretim Merkezi” olarak adlandırdığı ve hapisteki bir uzaylı canavarın talep üzerine yetişkin barmenler doğurduğu 666 numaralı odaya bağlayarak yanıt verdi.
Esasen isimsiz metin parçalarından oluşan bu alan çevrimiçi kalır ve her yeni atölye öğrencisi grubu oraya giriş yapmaya ve Hypertext Hotel’in hikayesine devam etmeye davet edilir. Bir ya da iki yüzyıl boyunca açık kalmasını istiyorum.
Bununla birlikte, hepimizin keşfettiği gibi, hipermetin temel teknolojisi yüzyıllar boyunca bizimle olsa da, belki de kitabın teknolojisi, donanımı ve yazılımı kırılgan ve kısa ömürlü göründüğü sürece; eskinin talimatlarını okumayı bitiremeden yepyeni nesil ekipman ve programlar geliyor. Yazdığım gibi, Brown Üniversitesi’nin hipermetin kurgularımızı yazdığımız son derece sofistike Intermedia sistemi, bakımı çok pahalı olduğu ve Apple’ın yeni işletim sistemi yazılımı System 7.0 ile uyumsuz olduğu için aşamalı olarak devre dışı bırakılıyor. Son dönemimizin büyük bir kısmı, belgelerimizi Intermedia’dan Storyspace’e (Brown’un şu anda uğraştığı) taşımak ve yeni ortama uyum sağlamak için harcandı.
Bu işletim sistemi standartları sorunu, hiper metin yazarları tarafından acilen ele alınmalı ve tartışılmalıdır; etkileşim yeni teknolojinin ayırt edici bir özelliği olacaksa, tüm oyuncularının ortak ve tutarlı bir dile sahip olması ve hepsinin kullanımında eşit derecede güçlendirilmesi gerekir. Başka sorunlar da var. Seyir prosedürleri: kaybolmadan sonsuzlukta nasıl hareket edersiniz? Alanın yapılandırılması, anlatıcıyı tamamen özümsemek ve nötralize etmek ve okuyucuyu yormak için çok zorlayıcı ve kafa karıştırıcı olabilir. Ve bununla ilgili filtreleme sorunu var. Diğer yazar – okuyucular tarafından rahatsız edilebilecek dengesiz bir metinle, labirentte yakalanan siz, önemsiz şeylerden nasıl kaçınırsınız? Çöpten nasıl kaçılır? Birlik, bütünlük, tutarlılık, vizyon, ses gibi saygın romancı değerler tehlikede gibi görünmektedir. Konuşma dili yeniden tanımlanıyor. “Metin” kanonik kesinliğini kaybetti. İki kez aynı şekilde okunmayan bir eser hakkında insan nasıl yargılar, analiz eder, yazar?
Peki ya anlatı akışı? Hala hareket var, ama hiperuzayın boyutsuz sonsuzluğunda, daha çok sonsuz bir genişleme gibi; merkezkaç kuvvetini kaybedecek kadar şişkin ve tembel olma riskini taşıyor, bir tür statik düşük yüklü lirizme yol açmak için — ilk bilimkurgu filmlerinin o rüya gibi yerçekimsiz uzayda kaybolma hissi. Okuyucunun tutarlılık ve kapanış arzusu ile metnin devam etme arzusu, ölüm korkusu arasındaki çatışmayı nasıl çözer? Gerçekten de böyle bir ortamda kapanma nedir? Her şey ortada ise, okuyucu veya yazar olarak ne zaman bitirdiğinizi nasıl anlarsınız? Yazar bir öyküyü istediği zaman ve istediği yönde herhangi bir yere götürmekte özgürse, bu onu yapma zorunluluğu haline gelmez mi?
Şüphesiz bu, geleceğin anlatı sanatçıları için, hatta eski baskı teknolojilerine kilitlenmiş olanlar için bile önemli bir tema olacak. Ve bu yeni bir şey değil. Kapanış sorunu, “Gılgamış Destanı” nın ana temalarından biriydi – değil mi? Okuryazarlık çağının başlangıcında kilden kesilmişti ve Homeros romanları 26 yüzyıl kadar önce teknolojik açıdan yenilikçi Yunan edebiyatçıları tarafından papirüse bağlanmıştı. Ne de olsa, çağlar boyunca değişen teknolojilerle ortaya çıkan bir süreklilik var.
Bunun çoğunu tahmin edebilirdim – ve aslında tahmin edebilirdim – hiperuzaya girmeden önce, bir fare almadan önce, ve düşüncelerim sadece biraz çevrimiçi deneyimle sertleştirildi. Bununla birlikte, açıkça öngörmediğim şey, bunun hem emen hem de tamamen yer değiştiren bir teknoloji olduğuydu. Yazdır belgeleri hiperuzayda okunabilir, ancak hiper metin yazdır’a çevrilmez. 12 tonlu müziğin stave tarafından müziğin çıkmazı olduğu gibi, doğrusal anlatının çıkmazı olan film gibi değildir.
Hipermetin gerçekten yeni ve benzersiz bir ortamdır. Orada çalışan sanatçılar orada okunmalı. Ve muhtemelen orada da yargılanacaklar: kurgu gibi eleştiri, sayfanın dışına taşıyor ve çevrimiçi ve sürekli zihin ve metin değişikliklerine karşı duyarlı. Akışkanlık, beklenmedik durum, belirsizlik, çoğulluk, süreksizlik günün hipermetin vızıltılarıdır ve kısa bir süre önce düşen elmayı yerinden oynatan görelilik gibi hızlı bir şekilde ilkeler haline geliyor gibi görünmektedir.
Robert Cover, 21 Haziran 1992
Türkçe çeviri: Ömer Naci Jr. ✪