1958 İskoçya –Edinburgh doğumlu Irvine Welsh, 16 yaşında okulu bırakıp punk dönemini yaşadı. 1993 yılında yayımlanan ve sonradan filme de uyarlanan Trainspotting, birçok ülkede büyük başarı kazanırken, 1990’lı yılların kült kitaplarından oldu. Bu kitabın devamı sayılabilecek, aslında bağımsız bir roman şeklinde de değerlendirilebilecek Porno, Türkiye’de daha önce Kıvanç Güney çevirisiyle Stüdyo İmge Yayınları tarafından basılmış, yasaklanmış ve çeşitli sorunlar yaşamıştı. Siren Yayınları Kıvanç Güney çevirisiyle bu kitabı tekrar yayımladı. İki çeviriyi karşılaştırdığımızda, aradan geçen zamana uygun çekilde çeviride bazı olumlu değişiklikler yapıldığını gördük. Siren Yayınları tarafından yayımlanan edisyon, güncel zamanlarda yükselen değerlerin gölgesinde Adalı bir grup insanın çevresinde gelişen bu hikayeyi gayet şık anlatıyor.
[sws_blockquote align=”” alignment=”alignleft” cite=”–” quotestyles=”style04″]Yerellik konusunda umursamaz bir tavrı var Welsh’in. Ona göre, çağdaş zamanlarda yerel kaygıları vurgulamaya çok da ihtiyaç yoktur [/sws_blockquote] Irwine Welsh, iskoç olmak, İngiliz olmak, bir ulusa ait olmak, adalı olmak, tüketim toplumunda varolmak, bireyin tüketim toplumundaki yeri, kabullenemediği gidişata karşı kendine yönelen acısının yarattığı şiddeti, tüketim toplumu açısından bir değer oluşturmayanların öfkesini yansıtmak konularında doğrudan amaca giden karakterleriyle anlattığı hikayeler, ekonomik gelişme gösterirken sınıfsal çıkmazlar yaşayan Türkiye gibi ülkelerde yaşananlara hiç de uzak değil. Yazarın bu konulardaki tespitlerini iyi örülmüş hikaye kurgusu ve karakterlerle okumak gerekli.
Yerellik konusunda umursamaz bir tavrı var Welsh’in. Ona göre, çağdaş zamanlarda yerel kaygıların önemini vurgulamaya çok da ihtiyaç yoktur. Sistem zaten linguistik bir meram anlatma şekli yerine, bireyleri imaj bombardımanına tutmaktadır ve insanlar artık kendilerini yazıyla değil imajlarla anlatmayı tercih etmektedir. Küreselleşmiş kitlesel kültür, kültürel üretimin yönünü hızlı imaj üretimine yönlendirirken, edebiyatta da “memleket sınırlarına” dahil olmaya çok da gerek yoktur. Çünkü “yolunu bulmak”, “yırtmak”, nasıl olursa olsun “vitrin yapmak” artık tüm toplumların ortak derdidir. Başarılı olmak için (toplumun ve sistemin dayattığı başarılı olma kurallarını yerine getirmek için) her mübah yolu deneyen karakterlerin postmodern orta sınıf ahlakının lanetlediği “ahlaksız(!)” işler denerken, 2000’li yılların toplumlara dayattığı çok renkli, neşeli, boyalı imajlar devrinin pisliğini kendi yüzlerine vurmalarına olanak veren bir dili kullanıyor kitaptaki karakterler.
Yazar bu ortak insanlık sorunlarının yanı başında, kendi İskoçyasında, bir sömürge toplumu olarak maruz kaldıkları ayrımcılığı öne çıkarmaktan, Britanya’nın orta-yüksek sınıf İngilizlerinin İskoçlara karşı tavırlarının olumsuzluklarından bahsetmekten de geri durmaz. Çünkü kültürel üretimin sınırsızlığının yanı sıra, siyasi ve toplumsal boyutta sınırsal didişmeler ve Man Booker ödüllerinde görüldüğü gibi emperyalist, baskıcı refleksler var olmaya devam etmektedir. Dolayısıyla alt kesimlerin sistemin suçlu diye yaftaladığı karakterleri bu çatışmalardan doğan öfkeli melekler gibidir. Tüm olumsuzluklarını ve getirdiklerini karşılarken, çabalamaya da devam etmektedirler.
Bireyselliğin zirvesi: Bağımlılık
Irvine Welsh, 2012 yılında yayımladığı Skagboys ile Trainspotting döneminin öncesine, karakterlerin 1980’li yıllarda Thatcherizm ile toplumların sınandığı dönemi anlatıyor. Edebiyat çevrelerini bir miktar terse yatıran bu hareketi Welsh için gayet doğal. Yazar, çağdaş İngiltere’nin, artan işsizlik oranı, henüz iki yıl önde Londra’yı baştan sona yakan isyanlar ile, 80’lerin adaletsiz gelir dağılımıyla çarpıklaşan toplumundaki dönem arasında fazla da fark görmüyor aslında. Skag, argoda eroin anlamına geliyor. Welsh’in karakterlerinin uyuşturucuya, suça, yolunu bulmaya, yırtmak için Pornoya bağımlı olmaları, tam da güce-hiyerarşiye-düzene-baskıya tapan çağdaş orta sınıf üyelerinin bireyciliğine karşı geliştirilen, belki de zirve yapan bir anti-bireyciliktir. ABD askerleriyle birlikte Afghanistan ve Pakistan’da kurulan demokrasileri(!) düşünürek, Britanya sokaklarında sudan ucuz fiyatlarla yaygınlaşan uyuşturucu üzerinden yaşanan travmaları dönen bu 2012 tarihli romanında en kısa zamanda Türkçede yer almasını dileyelim.
Welsh’e göre, orta sınıf ahlakının lanetlediği her kavram, karakter ya da nesne, ister uyuşturucu olsun, ister house müzik, ister Porno sektörü olsun ister futbol taraftarlığındaki şiddet; bir şekilde siyasi-ekonomik hatalar sonucunda günlük hayatlara kolayca sızdıysa ve alt sınıfların, işsiz kesimlerin toplum dışına atılır gözüküp de “temiz kesimlerin” artığı konumuna indirgendiyse, artık bu kavramlar ve karakterler birer alt kültür öznesi olmaktan çıkmıştır. Artık onlar için “bizden uzak olsunlar da ne olursa olsun” diyemezsiniz. Artık onlar da sizden biridir ya da belki hepimiz onlar gibiyizdir. Bu nedenle kitaptaki arkadaşlık ve tüm hüzün ile neşeyi güzel anlatan karakterlerin söylediklerini bu kadar net anlıyoruz. Seçimlerimiz arasında pek bir fark yok aslında.
Seç! Sonsuz seçenekler arasından daima, ama daima kendini seç! Cilalı görüntüler üzerine hayatı seç, tükenerek ve tüketerek yaşamayı seç! Adam satmayı seç, içi kof ama dışı ışıltılı şeylerin hüküm sürdüğü dünyada sen yalnızca kendi façanı parlatmayı seç! Beğenmeyi değil, beğenilmeyi; sevmeyi değil, sevilmeyi; tanımayı değil, tanınmayı; zihnini açmayı değil, uyuşturmayı; acı ile değil, haz ile dibe vurmayı seç! Ekrana yansıyacak görüntüyü sen seç! Ve tüm seçimlerin tükendiğinde, tüketecek şeyler de sona erdiğinde, yine de yaşamayı seç!
İmaj çağında hayatı seç!
Durma, seç!
EK
Irwine Welsh – Trainspotting hakkında: Acı katar katar geliyor
✪