Araya uzun zaman girdi. Gene de arada sırada, o şantiyede çalıştığım günleri hatırlarım. Böyle zamanlarda her şey bir yana, sadece beş adet İsmail gelir aklıma.
Sabahları bakıma giren ve gece vardiyasında çalışmış olan traktörlerin operatör mahallerinde bulduğumuz boş konyak şişelerini, naylon sütyenleri düşünmem. Stajyer olarak şantiyede çalışan, dört ay içinde tam yedi kişiyle nişanlanan, en sonunda da mutemed ve mutemedin çantası ile birlikte kaçan mimar kızı da düşünmem.
Evet, şantiyede ne eksik, ne de fazla beş adet İsmail vardı. Bu İsmail’lerden biri muhasebeci, birisi ambar memuru, bir başkası personel memuru, ötekiler de baş makinist ve puantördü. Ancak Tanrının yahut bizim patronun olacak müteahhidin işine bakın ki, İsmail’lerin hepsi de birer taraflarından arızalıydılar. Makinist İsmail sağır, muhasebeci olan miyop, puantör İsmail’in bir ayağı öteki ayağından birkaç santim kısa, ambar memuru İsmail sarsak, personel memuru İsmail de çolaktı.
Patron, yapılacak olan yoldan ziyade kendi yolunu yapmayı düşünen bir adam olduğu için foyası çabuk meydana çıktı. Bir teftiş heyeti işe el koydu ve inşaat başka bir müteahhide devrolundu.
Yeni patron da, şantiyedeki öteki personelin hepsiyle beraber, beş adet İsmail’i işlerinde tutmuştu. Zaten personel arasında hizmet müddetleri en uzun olanlarda onlar da İsmail’lerdi. Şantiye şefinin söylediğine göre “işin esasını kavramışlardı…”
Kendi hesabıma bunun durumundan hala şüpheliyim. Sebebini de söyleyeyim: Mesela sağır olan makinist İsmail’i ele alalım. Atölyeye bir traktör girince, bizimki değme babayiğitlerde rastlanmadık bir kabarmayla traktöre sokulur, lütfen hasta kabul eden şöhretli bir doktor tavrıyla, traktörün operatörüne sorardı:
– Neyi var bakayım bunun?
– Enjektör pompasında arıza var, usta.
Tabii İsmail onun söylediklerini duymadığından arızanın ne olduğunu da anlayamazdı. Buna rağmen hiç bozuntuya da vermez traktörlerin, kendisinin ne derece eşsiz bir usta olduğunu ispatlamak için bozulduklarına inanan bir dahi misali;
– Hımm, derdi. Sür şunu caraskalın altına.
Traktör caraskalın altına sürülür, orada sadece bir iskelet kalıncaya kadar neyi var, neyi yok sökülürdü ama, daima garip tesadüf eseri olarak neresi bozuksa o tarafa el sürülmezdi. Atölye şefi oturduğu bezik partisinden kalkıp o tarafa da gelinceye dek iş işten geçmiş olur, kocaman Caterpillar traktör, bir zamanlar traktör olduğunu herkesin anlayamayacağı bir kılığa girerdi.
Ayağı Sakat puantör İsmail’in çalışması da daha başarılı sayılmaz. Sabah puantajını yapmak için odasından çıkar fakat çok yavaş yürüyebildiği için ancak öğleden sonra puantajına yetişirdi.
Ambar memuru İsmail’in sarsaklığı kim bilir hangi hastalıktan kalma bir şeymiş. Onu görünce insanda şöyle bir kanaat uyanırdı: Bu adamın elini kolunu bağlasanız, ayaklarına prangalar vursanız, dört bir taraftan da payandayla besleseniz gen kara etmez. Olduğu yerde poyraz önünde hazan yaprağı misali titrer dururdu.
Bu titremelerin gerçek sebebi çok sonra, bizim ambar memuru şantiyeden ayrılıp da bir bakkaliye açınca anlaşıldı ama iş işten geçmişti. Meğer ambarlardan bir şey çıkarırken kantar başında sıtma nöbetleri geçirircesine tiril tiril titremesi başka sebeptenmiş.
Muhasebeci olan İsmail pek zararlı sayılmazdı. Sadece maaşlarımı vaktinden on, on beş gün sonra ve ancak üç dört bordronun yırtılıp atılmasına müteakiben almamızdan gayri bir zararı dokunmuyordu bize.
Şimdi düşünüyorum da, rahat rahat karara varıyorum. İnşasına çalıştığımız yolun bilmem ne kadar zaman içinde bitmeyişinde, proje hazırlayanların bu yolu dağlardan ve göllerden aşırıp geçirmek merakından ziyade, bizim beş adet İsmail’in tesiri var. Beş adet İsmail, şantiyede ve kendi aralarında bir takım karışıklıklara da sebep oluyorlardı. Makinist İsmail, benzin ve mazot kokusundan çok şarap ve rakı kokusunu seven bir adamdı. Arada sırada şantiyeye yakın bir kasabaya inerdi. Bu inişleri esnasında, hiç şaşırmayan bir intizamla, kasabanın jandarma karakoluna çalışma mevzusu olacak bir iş hazırlardı. Bu işler muhtelif cinsten olurlardı. Fakat sonunda, ortada ya her cümlesine “namusum” diye başlayan bir kadın yahut da başı gözü biraz değişmiş bir dispanser müşterisi kalırdı.
Makinist İsmail, marifetlerinden sonra karakola uğrayıp soyadını ve şantiyedeki işini söyleyecek kadar düşünceli olmadığından, şikayetçilerin davası şantiyeye sadece “İsmail” adında birisiyle ilgili olarak aksederdi.
Tabii bundan sonrasını kolayca tahmin edebilirsiniz. Şantiyedeki beş adet İsmail’den dört adedi, bahsi geçen olay sırasında orada değil de bilmem nerede olduklarını ispata çalışırlardı.
Günün birinde şantiye şefi hastalandı. Durum yazlık tatili için Avrupa’nın şimdi ismini hatırlamadığım bir köşesinde bulunan patrona bildirildi. Neden sonra şöyle bir cevap geldi: “İsmail işini bilir. Eski ve tecrübelidir. Ona güvenim var. İsmail vekaleten şantiye şefliği yapsın.”
Herkes şaşırmıştı. Acaba hangi İsmail’den bahsediyordu? Sonunda “alt tarafı İsmail bu,” dedik. “Hangisi olsa olur.” İşi dolayısıyla idari meselelere vukufu akla gelen personel memuru İsmail, şantiye şefi oldu.
İşler büsbütün sarpa sarmıştı. Eski personel memuru, yeni şantiye şefi vekili çolak İsmail, güreşçilikten kalma bir alışkanlıkla her şeyi pazu kuvveti yoluyla halle çalışıyordu. Sonunda, şantiyenin bir güreş minderi olmadığını düşünerek onu makamından yürüttüler. Yerine puantör İsmail’i getirdiler. Onun zamanında yolun inşası bir kaplumbağanın hızıyla ilerlemek istidadını gösterdi. Yeni şantiye şef vekili sakat ayağına bakara edindiği fikirle: Yol dediğiniz koşar gibi yapılmaz, buyurdu. Günde birkaç santim ilerleyelim ama temiz ve sağlam olsun.
Bir punduna getirip onu da mevkiinden indirdiler. Sıra Makinist İsmail’deydi. Ne de olsa teknik bilgisi vardı. Herkes buna güveniyordu. Fakat daha önce söylemiş olduğum gibi, makinist İsmail sağırdı. Üstelik okuma yazması da yoktu. Dolaysıyla kendine ne söylenirse söylensin yanlış anlıyordu. İşler birbirine karıştı. Bundan başka şantiye şefliği masasını bir idare makamı olmaktan çok, bir içki masası olarak kullanıyordu.
Sözün kısası sırayla bütün İsmail’ler şantiye şef vekilliği yaptılar. Artık yol inşaatını falan bırakmış, karışan Arap saçına dönen işleri eski haline getirmeye çalışıyorduk. Miyop muhasebeci İsmail’in şantiye şefliği sırasında hazırlamış olduğu bütün hesaplar yanlış çıkmıştı. Sarsak ambar memuru İsmail ise şantiye şef vekilliği yaparken yol projesi üzerinde çok ufak bazı değişikler yapmaya kalkmış, bu yüzden iki dağ silsilesini daha aşmak mecburiyetini aşmak hasıl olmuştu.
Tutup patrona şöyle bir telgraf çektiler: “Beş adet İsmail’in beşi de şantiye şef vekilliği yaptılar. İşler berbat. Elimizde başka İsmail de kalmadı. Emriniz nedir?”
Taş, 25 Ekim 1958 ✪