Mark E. Smith: Yani kendinize futbol taraftarı mı diyorsunuz?

The Fall'ın Mark E Smith'i eski usul futboldan, Fenerbahçe utancından, tesisatçı kalecilerden bahsediyor.

City’den çok United tarafındaki Salford’da büyüdünüz. City taraftarı olmanızın bir nedeni var mı?

Pek yok, sadece tersine gitmek için sanırım. Ayrıca babana karşı başka takımı desteklemek istiyorsun, United taraftarıydı. 1950’lerde deplasman maçlarına bisikletiyle giderdi – Leicester gibi yerlere. Ama onu City’e çevirdim.

Yine de başka bir United bağlantım vardı. Okuldan ayrıldıktan sonra Edwards ailesinin et fabrikasında büro işi için başvurdum. Haftalık 9 sterlindi maaş. Hatta görüşmeyi yapan Martin Edwards bile olabilir. “Eh, işte et arabaları geliyor, şuraya otur, bu formları doldur ve dosyala” dedi. “İş ne zaman başlayacak?” dedim. “Başladın bile,” dedi ve beni ofiste bıraktı.

Ne kadar sürdü?

Bir saat. Orada tek başımaydım. Kapıyı kilitlemişti. O dönünce ben ayrıldım.

United’ın Şampiyonlar Ligi’ni kazanmasını izlediniz mi?

Tam gol attıklarında mahalle barına yürüyordum ve o büyük kükreme yükseldi. Maçtan yarım saat sonra Manchester’a ücretsiz bir otobüs ayarlanmıştı, “Haydi, Mavilerden olsan da bu otobüse biniyorsun” dediler ve harika bir gece geçirdiğimi söylemeliyim – hepsi bu. Normalde asla giremeyeceğiniz kulüplerin kapıları açıktı, bedava içki ve her şey vardı. Ve komik bir şekilde, United’ın başarısı gibi hissetmiyordu kimse, sanki bir kriket takımı gibiydiler.

City’yi düzenli olarak izliyor muydun?

Eskiden Kippax1 tribünündeydim ama gitmeyi bırakmamın sebeplerinden biri de sürekli söylenmeleri. Şimdi, orada oturmanız gerektiğinde onlardan kaçamazsınız. Peter Reid günlerinde 2-0 kazanıyorlardı ve “Ah, 3-2 olacak…” diye inliyorlardı. Joe Royle gelmeden önce bu genç City taraftarlarıyla konuştuğumu hatırlıyorum, bayağı intihara meyillilerdi ve “Bakın, bu hep böyle olmuştur” dediğimi hatırlıyorum. 1965’te onları desteklemeye başladığımda, İkinci Lig’in dibindeydiler. Ama bu çocuklar City’nin tarihinin Colin Bell ile başladığını düşünüyor. Oasis’in yaptığı tek iyi şey, kulübü devralmakla tehdit etmekti. Bu insanları harekete geçirdi ve bu yeni adamı, Bernstein’ı bir atış gibi yakaladılar. Şimdi Sky işin içinde ve bu onların düşüşü olabilir. Murdoch ne yaptığını biliyor mu – 30.000 sefil bir arada olur mu? “Maine Road’dan canlı yayın, Man City v Hartlepool” satmayı dene Amerika’da.

Favori oyuncularınız kimlerdi?

1968’de şampiyonluk takımında kaleci olan Harry Dowd en iyisiydi. Bir yandan yarı zamanlı tesisatçı olarak çalışıyordu, benim babam da tesisatçıydı. Eskiden kale arkasına giderdik ve Harry etrafta dolaşıp rondelalar ve bakır bağlantılar hakkında konuşurdu. Bir keresinde bir kupa maçında olduğumu ve Harry’nin “Maç bugün uzatmaya giderse tam beş buçukta gidecek bir işim olduğunu biliyor musun?” dediğini hatırlıyorum. sonra aniden insanlar “Harry Harry!” diye bağırıyorlar. Oynadığımız takım bizim kaleye hücum ediyor ve Harry ileri fırlıyor, birinin ayağına dalıyor, topu rakip tarafa fırlatıp geri geliyor ve tekrar başlıyor, “Ee, bugün uzatmaya gider mi sizce…?”

Yerel gazetede “şimdi neredeler?” sorusu vardı. 1970’lerin başındaki Rodney Marsh zamanından City takımındaklerden biri yakın zamanda yer aldı. Dünyadan kaybolmuş gibi görünen bir çift vardı. Bir tanesinin “Futbolcu olmasaydım serseri olurdum,” dediği aktarıldı ve bence dediğini yaptı.

Futbol çıkartmaları gibi şeyler topladın mı?

Evet, 1970 Meksika Dünya Kupası setim vardı. Romenler siyah beyaz çekilmiş, sonra renklendirilmişti. Bir paket açardın ve Doğu Avrupalılardan biri çıkarsa çığlık atardın. Ve sonra Dünya Kupası yaklaştığında, yarısı kadroda bile değildi. Resimlerin tamamı 1962 yılına aitti aslında.

Yaşadığınız bölgedeki diğer takımları izlemeye gittiniz mi?

Epeyce. Prestwich Heys yerel amatör takımdı ve Sutton United’a karşı Amatör Kupa maçında onları görmeye gittim. Bir golü kutlamak için sahaya daldım ve yarı zamanlı polis olan komşum tarafından tutuklandım. Bury’de, mezarlığın bir ucundan geçip çitin üzerinden atlarsanız ücretsiz girebilirsiniz. Yine de her zaman kaybediyorlardı, çünkü en iyi zemin onlardaydı, diğer tüm takımların oynamaktan hoşlandığı bu yemyeşil çimleri vardı. 1966 Dünya Kupası takımından Ray Wilson yanlarındayken ve o zorlukla yürüyebildiğinde Oldham’ı görmeye giderdik. Yolun yarısında olduğu için neden cenaze levazımatçısı olduğunu görebiliyordunuz. Dördüncü ligin sonundaydılar ama aniden her maçı kazanmaya başladılar ve üç sezonda ikinci ligin zirvesine yakınlaştılar.

Tanıştığınız ilk oyuncu kimdi?

İşin garibi, George Best ile birkaç kez karşılaştım – ilki 1980’lerin başında Londra’daki bir içki kulübündeydi. Manchester’lı olduğumu duymuş. Yeterince iyi oynamıyor diye düşündüklerinden United taraftarının sopaladığını anlatıp kafa sikti. 80 dakika boyunca hiçbir şey yapmadan dikilip durduğu doğruydu ama yine de maçı kazandıran kişi olurdu ki bence bunda bir sorun yoktu. Ama Bobby Charlton ve diğer oyunculardan ayrılırken yine de eleştirilen o olacaktı. O yerel meyhaneye takılan tiplerdendi ve öyle olunca da her zaman atarlanan birileri çıkacaktır.

The Fall, 1980’lerin başında futbolla ilgili Kicker Conspiracy adlı bir şarkı yaptı. O sırada nasıl bir tepki aldı?

O zamanlar rock dünyasında futboldan söz edemezdiniz. Rough Trade’deydik ve onlara “Bu futbol şiddetiyle ilgili bir şarkı” dedim ve hepsi birden “Futbola takılmıyorsun, değil mi?” diye sızlandılar. Melody Maker’ın “Mark Smith’in futbol hakkında yazmak zorunda kaldığı açık bir şekilde yaratıcılık krizi çektiğine delalet” yazdığını hatırlıyorum. Yaklaşık beş yıl sonra, aynı herif başka bir şarkıyı incelerken bu kez onun çöp olduğunu ve “Kicker Conspiracy’nin zirvesine yaklaşamadığını” söyledi. Ve şimdi, tabii ki, tüm eski müzik kaşarları Oasis’le birlikte locada maç izliyor.

Hiç locada maç izlediniz mi?

Aslında City’deki en kötü deneyimim, o sırada birlikte olduğumuz menajerin bizi Maine Road’da bir David Bowie gösterisi için locaya soktuğu zamandı. Utanç vericiydi. Duvarlarında Avrupa Kupa Galipleri Kupası falan gösterilen plastikle buruşmuş flamalar vardı. O zamandan beri fotoğrafları değiştirmediler, hâlâ 1968’de Manchester Evening News’den siyah beyaz fotoğraflar vardı ve kupa dolabı temizlenmemişti. Barın kendisi bir büfe gibiydi – Kippax’taki her şeyden daha kötüydü. Alex Higgins de oradaydı ve adeta yığıldı kaldı. United’a gittim ve tabii ki o Concorde’da seyahat etmek gibiydi

En sevdiğiniz futbol kitabı hangisi?

Okuduğum en iyisi, City’yi nasıl dönüştürdüğünü anlatan Malcolm Allison’ın Colors of My Life‘ı. 1970’lerin sonunda geri döndüğünde tamamen meteliksizdi. Hala 1968’deymiş gibi Manchester’daki en iyi kulüplere gider ve bir Oliver Reed sahnesi2 gibi herkese ısmarlardı. Sonunda ödemesi istenirdi ve sadece “Hesap ödemek mi? Ne demek istiyorsun, ben Malcolm Allison’ım derdi.” Ama bazen işe yaramıyordu ve hafif tartaklamak zorunda kalıyorlardı, ortalıkta dolaşıp beşlikleri topluyor ve şapkasına tıktığı bozuk paraları bütünletirdi.

Şimdilerdeki futbol yazarlığına gelince buradaki gazetelerin ele aldıkları konular korkunç. Man Utd’nin Brezilya’daki maçları sırasında bir gazeteye bakıyordum ve “Finans sayfalarını mı okuyorum?” diye düşündüm. Her şey Man Utd’nin basın mensubunun olmaması ve basın departmanınını olmayan tek kulüp olmaları hakkındaydı, aman ne büyük bir felaketti. “İyi, ama maçın skoru neydi?” diye düşünerek okudum.

Yurtdışındayken futbolla iletişiminizi sürdürdünüz mü?

1980’lerin başında Almanya’ya gitmek futboldan biraz uzaklaşırken beni tekrar futbola döndürdü. Hamburg gibi yerlerde, bazı kulüplerdeki taraftarların içinde İngiltere’de olmayan bir avangart rock sahnesi vardı. Alman maçlarında 25p gibi büyük bira bardağı ve güzel, temiz bir sosis alırsınız. 1994 Dünya Kupası’nda Almanya ile Bulgaristan’ı izledim. O nasıl bir gündü. Alman oyuncular maça bir saat kala kaslarını gevşetiyor, sıçrama hareketleri ve jimnastik yapıyorlardı. Ardından, bu devasa ekranlarda Bulgar takımından biriyle bir röportaj gösterdiler, herif “Hepimizin sahaya çıkmasına sevindim. Yarım saat önce sadece dokuz oyuncumuz vardı,” dedi.

Stadyumda herkese acayip nazik davranmaya çalışıyorlardı ve ekstra güvenlik olarak hepsi de Michael Jackson gibi giyinmiş kırmızı şapkalı bir takım adamları getirdiler. Almanlar tarafındaydık ve maçın ortasında bir Güney Amerikalı film ekibi gelip önümüze oturdu, ben de onlardan yer değştirmelerini istedim. Bu kırmızı şapka gelip bana neler olduğunu sordu, sonra bir polis geldi ve ABD futbol federasyonundan Ronald Reagan’a benzeyen beyaz saçlı bir adamı getirdi ve eleman “Koltuğunuz rahat değil mi efendim?” gibi şeyler söylüyordu. Ben de hayır diyorum, sorun o değil, sadece bu film ekibi. Sonra “Ah. Alman değilsiniz, değil mi efendim?” Sanırım futbolun kendilerine bulaşabilecek Avrupa’dan gelen bir mikrop olduğu düşüncesine kapılmışlardı.

Peki oynuyor musunuz?

Tekrar oynamaya başladım. Ben bir merkez defans oyuncusuyum. Müdahaleyi severim ama oynadığımda ayaktayımdır.

Franz Beckenbauer gibi…

Benzer. Diğerlerini iterim, kaval kemiğine vururum. Ama şu anda yaptıkları kıtır kıtır faullerden, tüm o forma çekiştirmesinden hoşlanmıyorum. Dünya Kupası’ndaki o Beckham faulünün sinir bozucu yanı oyundan atıldığında, onu neredeyse tekmelemesiydi. Eğer tekmeleyeceksen, gerçekten tekme at.

The Fall olarak bir takımımız vardı, konserlerden önce üniversite takımlarıyla oynardık. Hepimiz Londra’da oteldeyken Icicle Works grubuyla oynadık. Ekibimizde sekiz ya da dokuz kişi vardı, grup ve birkaç roadie. Gördüğünüz en şişman delikanlı olan Lincolnshire’dan Big Dave adlı o adam kaleye geçti. Ve önlerinde “The Icicle Works” yazan replika Liverpool formalarıyla sahaya çıktılar ve yanlarında sahte bir Avrupa Kupası taşıyorlardı.

Her iki devre de 20 dakikaydı ve uzatma süresine 5-4 önde gittik, onların tur menajerleri de hakemdi, bu yüzden maç devam etti. 6-5 kazandılar. Bitirdiğimizde hava kararmıştı ve barda maçı kazandıkları tüm müzik dergisi meriçlerine anlatıp Avrupa Kupası’nı gezdirmişlerdi.

Futbol holiganlarıyla hiç karşılaştınız mı?

Bana öyle geliyor ki, şu anda sahip olduğumuz sert çocuklara olan hayranlığımız daha çok orta sınıf bir şey. Küçük yerlerden geliyorlar, ama yoksul yerlerden değil – bir günlüğüne daha yeni baba olduklarını unutup kavga edebilen borsacılar. Vurulmak istiyorlar, sado-mazoşizm gibi bir şey. Okulda her zaman insanlara vurup duran o çocuk gibi, eşcinselliğini saklamaya çalışan maçoluk. Londra’ya inen trenlerde denk gelirdim. Milton Keynes’e biniyorlar ve size bakıyorlar. Man City’nin The Main Line Service Crew adlı bir grubu olduğunu hatırlıyorum. Cumartesi öğleden sonra bir konser için trene binmiştik ve bizi çevirip City mi yoksa United mı olduğumuzu sordular. Ve dedim ki, “Bir dakika, saat daha üç, City bugün iç sahada. Burada ne yapıyorsunuz?” Devre arasında olay çıkarmaya çalışmak için Spurs’e ya da başka bir yere gidiyorlarmış, sonra deplasmandaki taraftarlar dışarı çıkarken Maine Road’da olmak için trenle geri döneceklermiş. Sahip oldukları zihniyet bu.

Utanç verici anınınız.

Avrupa Kupası’nda Manchester City evinde Fenerbahçe ile 0-0 berabere kaldıktan sonra okul kantininde “Beraberliği kurtardık” tezahüratını başlatmak.  ✪

__ [Nota Bene] ________________

  1. City’nin eski stadının kapalısı:
    .
  2. İngiliz aktör. “Sonum barda içki komasından olacak,” demişti. Malta’da son filmi Gladyatör’ün çekimleri sırasında sekiz lager, on iki duble rom ve yarım şişe viski içti, donanmadan birilerini bilek güreşinde yendi, tüm bara içki ısmarladı ve orada alkol komasına girip hayatını kaybetti.
Önceki

Benim Godard’ım

919744ba 8eb8 4193 8505 c6851fbfef8f
Sonraki

Ayrancı Molla Camisi’nin Hoca Derinci Temel Camisi’ne Yaklaşmakta Olduğunu Fark Edip Kimseyi Buna İnandıramayan Çaycı Sultan’ın Camilerin Sürpriz Biçimde Birbirine Çarpmasından Sonra Haklılığının Ortaya Çıkmasını Anlatır Hikâye