Jindřich Štyrský, Emilie Comes to Me in a Dream, 1933

Uyku Kemiği*

Kendi kendine konuşmaktan zevk mi alıyorsun. Eren güldü. Uzun saçlarının arasına nikotinden sararmış parmaklarını bir bıçak gibi sokup çıkardı. Bunu yaptıktan sonra ellerinde kan görmeyi umuyordu ama ter vardı.
Jindřich Štyrský, Emilie Comes to Me in a Dream, 1933

Eren Okur’a

I.

Nasıl hissediyorsun, diye sordu. Nasıl hissedebilirim orospu çocuğu. Bu kadar kızmanı gerektirecek bir durum yok. Siktir git başımdan! Peki, nasıl istersen. Yavşak, pekiymiş! Derdi ne ki bunun. Konserden sonra, günlerce uyuyamamanın nefretini onu tebrik etmeye gelenlerden çıkarıyordu. Kuliste grup arkadaşlarının hazırlanıp gitmesini beklerken, cigaralık hazırlayıp ağır ağrı içmeye başladı. Herkes ulaştığı kapıları kendi üzerlerine kapatınca mekandan ayrıldı. Uyumam gerek!

Karanlığın içinden ona musallat cinlerin birer birer bar kapılarından başlarını çıkardığını gördü. Biraz içkiye ihtiyacı vardı belki de. Bütün ihtiyaçlarını alkolle dindirecek bir hekim, kendi aciz bedeninin diplomasız kör doktoru. Neon ışıkları, ziftle yıkanmış kemik yığınlarını andıran asfalta yansırken; gece kara çarşafının altında bir fahişe ampulü gibi yanıp sönüyordu. Kapının önüne sıralanmış otuza yakın kadınlı erkekli gurup, yoğun bir dumanın altında fotosentez yapıyordu. Sigara yasağından sonra her dumansız hava sahasının içine boşalmak istiyorum. Siyah deri ceketinden kuliste sardığı cigarasını çıkarıp kulağının arkasına yapıştırdı. Kapıda cinleri hala ona bakıyordu. Ağızlarındaki küfre karşılık içeri girmemek için sabrediyordu, bu da cinleri deli etmeye yetiyor da artıyordu bile.

Gıcırdayan kapıyı geride bıraktığında içeride bir hengameyle karşılaştı. Kalabalığa dikkatli bakmak imkansızdı. Kolonlardan dökülen; Glass Candy- Digital Versicolor şarkısının her bas sesi onu uykuya ağır ağrı itiyordu. En azından böyle hissediyorum. Günlerdir hiç böyle hissetmemiştim. Biraz bira içmeliyim. Sonra barın tuvaletinde bile uyumaya razıyım. Bara yaklaşıp 50lik bir bira ve 2 tekila istedi. Tekiladan sonra yudumladığı birayı yanında oturan, en umursamaz cinine kaldırdı. Beni uyutmamak için elinizden geleni yapıyorsunuz demi, yavşak adamlar. Bizim işimiz bu. Bugün hiç şansınız yok. Uyuyabileceğini mi düşünüyorsun yoksa, güldürme beni. Bundan adım gibi eminim, göt herif! Geçen ayda böyle demiştin. (geçen ay mı? demek haftalar bir yana ayları geride bırakmışım. Ankara turnesi? Şu sarışın yosma? Evine gidip üstünde uyuya kalmamış mıydım? Hafta başıydı. Hatırlıyorum.) Düşüncelerini okuduğumuzu unutuyorsun, bana göt diyorsun ama göt gibi olan sensin, Ankara turnesinde birlikte olduğun kadının evine hiç gitmedin, o işi kuliste gördün, uyumadın üstelik…

Yanına oturan kadınla bir an göz göze geldi. Kendi kendine konuşmaktan zevk mi alıyorsun. Eren güldü. Uzun saçlarının arasına nikotinden sararmış parmaklarını bir bıçak gibi sokup çıkardı. Bunu yaptıktan sonra ellerinde kan görmeyi umuyordu ama ter vardı. Ah ter denen kan. Her eylemin sonunda götümden, sırtımdan, şakaklarımdan damlayan tuzlu kan. Eylemsiz kalıp yüz yıllarca hissiz yaşayabilirim. Terleyerek kan kaybından gebericem amına kodumunun sahnesinde. Şair arkadaşı ne demişti, “sen gördüğüm şanslı piçsin”, siktirsin. Son yazdığı şiiri kallavi dergilere gönderip hiçbir cevap almayışı aklına geldi bir anda. Oysa çok iyi yazılmış bir şiirdi, tıpkı uykuları gibi;

yirmiikinci augustus sansüriyesi;

“.”

Gözlerini dalıp gittiği kadının kadehinden, cinlerin kafatasından, denizden çıkar gibi çıkmasıyla aldı. Yine derinlere daldın Eren, her seferinde seni biz kurtarıyoruz boğulmaktan. (Denizden çıkarken suyu bulandırmayın yeter) diye geçirdi içinden. Cinler düşünceyi yudumladılar. Kendilerini; Nine Inch Nails- Closer’in ritmine bıraktılar.

Eren kadına dönüp, affedersin bugün biraz yorgunum. Kadın, biliyorum, bugünkü programını izleyenlerden biriydim. Eren karşısındaki kadını ağır bakışlarla süzdü. Hayır bunu yapmamalıyım, yoksa, aylar sonra kendini bütün çıplaklığıyla hissettiren uykuyu, döl yataklarımdan akan yapışkan sıvıyla kaybedeceğim. Birasını alıp kapıya yöneldi. Cigaramı içmem gerek, seksin ekseninden uzaklaşmalıyım. Kapıyı açıp karşı kaldırıma doğru yürüdü. Kaldırıma oturup kulağının arkasındaki cigarayı alıp derin bir nefesle ateşledi. Birasından bir yudum aldıktan sonra asfaltın, transparan bacaklarına yansıyan yeşil neon ışığın üzerine bıraktı. Artık bardakta, Erende, maddeden bağımsız bir ışığın üzerinde oturuyordu. Tanrı beni, bira bardağını ışığa koyduğum gibi siktimin dünyasına koymuş.

Cebindeki, titreşimde unuttuğu telefon çalıyordu. Arayan, arkadaşı, aynı zamanda grubunun gitaristiydi. Nerdesin lan, neyin var amına koyum. Yok bi şey be oğlum, bardayım kafamı dağıtıyorum biraz. Emin misin, geleme mi ister misin? Tam gelmemesini söyleyecekti ki, telefondan gelen ses bir anda radyo frekansının cızırtısına dönüştü, ardından Beethoven’un 9. senfonisi duyulmaya başladı. Alo, orda mısın lan! Dakikalar geçiyordu ama arkadaşından ses gelmiyordu. Telefonu sinirle kapattı. Ama müzik bu kez telefonun küçük hoparlörlerinden geliyordu. Müziği kapatma çabaları boşa çıkınca bataryayı çıkardı ama nafile. En sonunda telefonu parçalamakla yetindi. Parçaların arasında ses ağır ağır yok oldu. Cigarasından derin bir nefes daha aldı. Kalktığı yere oturacaktı ki, karşı kaldırımda, bar kapısının önünde, insanların arasında kadını gördü. Gülümsüyordu. Eminim cinlerimden biri. Uyutmamak için ellerinden geleni yapıyor pezevenkler. Birasını alıp, kadının yanına yaklaştı. Cigarayı bir müddet kadınla birlikte döndükten sonra, barın tuvaletine doğru ağır ağır yürüdüler. Tavanı mesken edinmiş cinler Eren’e kuşbakışı, pis pis gülerek bakıyordu.

Bunu, cinlerimi becermek için yapıyorum, diye geçirdi içinden. 10-15 dakika süren birleşmenin ardından kadın tuvaletten ayrıldı.

Yorgunluğunu klozetin üzerine bıraktı, bunu avantaja çevirmek için gözlerini kapattı. Ama göz kapaklarının ardındaki karanlık ona o kadar yabancıydı ki ilerleyip rüyaların içine yürümekten çekiniyordu. Cesaretini toparlayıp her attığı adımda, refleksleri onu uykudan dışarı atıyordu. Tekrar terlemeye başladı. Kan kaybı onu öldürebilirdi. Terlemekten kim ölmüş. Ter yüzünden uyuyamayan sayısız insan gördüm yüzyıllardır dedi cin. Siktir oradan, diyip kapıyı hızla açtığında gördükleri onu şok etmişti.

Kapı evlerinin salonuna açılıyordu. Ha siktir! Kapıyı kapatıp, tekrar açtı. Bunu tam beş kere yaptı. Her seferinde daha fazla bekleyerek. Yarım saattir kapının bir adım gerisinde, tuvaletin merkezinde çakılı kalmıştı. Gördüğü gerçeğe teslim oldu. Kabullendim. Her nasıl adlandırıyorsan.

II.

Kulaklarına kıvrılan müzik odasından geliyordu. Salonu ağır adımlarla kat etti. Odasının kapısına geldiğinde, küllükte yanan sigarayı gördü. Açık bilgisayarından gelen müzik, üzerinde çalıştıkları yeni şarkının alt yapısıydı. Bilgisayar ekranına eğildi, açık word belgesinde, şarkı için üzerinde çalıştığı, bitmemiş sözler duruyordu;

“uykularım piçtir, babası yalnız bir dolunayda sallanan salıncak
ben öylesine kaçarım ki uzun şiirden
hayatı sündürür geceyi ortasından üçe bölerim:
1.
burada biri yatıyor olmalı
2.
burada biri uyuyor olmalı
3.
burada bir problem var

uyku, bir ortasondaalınmış takdirbelgesidir.”

Metin üzerindeki algısı, msn bildiriminin sesiyle dağıldı. Msn penceresini açtı. Uzun bir konuşmanın diyalogları sıralıydı. “Deliğe mi düştün lan!” yazmıştı arkadaşı. Msn’de en son verdiği cevabın saatiyle duvar saatini karşılaştırdı. Aralarında on dakikalık bir zaman dilimi vardı. Parçaladığını sandığı telefon, deri ceketinin cebinde titremeye başlayınca afalladı. Telefonu cebinden çıkarıp cevapladı, kulağına dayadığında, senfoni kaldığı yerden çalmaya devam ediyordu. Terin adı artık korku ve tedirginlikti, ve deliliğin merkezine doğru damlıyordu. Odayı ikinci bir telefon sesi doldurmuştu. Gözü kitaplığına çakıldı. Elindeki telefona tıpatıp benzeyen telefondan gelen ses senfoniye eşlik ediyordu. Kitaplıktaki, karton kapaklı, bütün hikayelerinin bulunduğu ciltli Poe kitabının tam önündeydi. Poe’nin siyah beyaz yüzünde emanet gibi duran dudaklarından kelimeler dökülmeye başladı. Evine hoş geldin Eren, eve kadar yürümene göz yumamazdık.

Gördüğüm gerçeğe göz yumdum. Kabullendin! Her nasıl adlandırıyorsan. Karmaşayı çözemeyecek kadar yorgunum. Üzerini değiştirmek için dolabını açtığında üzerindeki kıyafetlerinin benzerlerini, rafa intizamla dizilmiş bir şekilde gördü. Hangi gerçekliğin tarafındayım? En çok buna sinirlenmişti. Nedenini bilmiyorum. Gidip önce şalteri indirdi. Telefonları parçaladı. Çırılçıplak soyunup yatağa girdi.

Yaptığı tek şey gözleriyle boşlukta katmanlar yaratmaktı. Saatlerce hareketsiz kaldı. Uyumaya çalışırken yorulup terliyorum. Bütün sorun cinler değil belki de.

Bütün uyku kemiklerim kırılmış olmalı. Ellerini tekrar saçlarının arasına daldırdığında, kanın sıcak akışkanlığını hissetti. Telaşa kapılmasına fırsat bile bulamadan içerden gelen bir kadının çığlığıyla irkildi. Atmosfer çırıl çıplak bedenini vakumluyordu. Salon zemini kan içindeydi. Kanı takip etti. Çıplak ayaklarına bulaşan kanla, kutsanmış hissine kapıldı. Bu his aptalcaydı dedi cin, yanında ki cine. Başı ve ayakları kanla kutsanmış aciz uykusuz. Kan, tuvaletin kapısına doğru kırmızı halı misali uzanıyordu. Çıplak smokiniyle tuvalete artık daha hızlı adımlar atmaya başladı. Çığlıkları zihni tanımlamıştı. Ses, barda becerdiği kadından geliyordu.

Çırılçıplak kadın, kanlar içinde, soğuk mermerin üzerinde can çekişerek bağırıyordu. “Uyumak istiyorum, lütfen! Bırakın beni.”

Duş perdesinin arkasından tanıdık bir ses duydu. Kadına korku dolu ve tutar bir yan bulmak için ciddiyetle bakarak perdeye yöneldi. Yavaşça araladığı perdenin arkasında kendisini sayıklarken gördü. Birden geri irkildi. Durmadan sayıklıyordu; “Uyku Kemiklerim, Uyku Kemiklerim, Uyku Kemiklerim, Uyku Kemiklerim….” Yerde yatan kadın bacaklarına yapışınca, dengesini kaybedip düştü. Başını kanın acımasız rengiyle solmuş mermere vurduğunda, saçlarının arasındaki erken varolan kanın oluşumunu tamamlamış oldu.

Kapıdan gelen müziğin ve kalabalığın sesi tuvalete doluyordu. Kapının arkasında, sıra bekleyen insanlar içlerinden küfrediyordu.

Son-

Not: Öyküdeki şiirler, Eren Okur’a aittir. ✪

Önceki

Küratörlük ve Ötesi: Küratörlükteki Alternatif Yaklaşımlar

Sonraki

Nico: Mutlu doğumdan mutsuzluğa