Filmin başrol oyuncusu benim. Hatta benim hayatımı anlatan bir otobiyografi diyebilirim tüm film için ama jenerikte adımın geçip geçmeyeceğinden emin değilim. Böyle şeylere takılmam ben çünkü. İsmi, şanı, şöhreti, kartviziti elimin tersiyle iterim. Ne yaparsam kendim için yaparım. Başkalarını umursamam. Filmin senaristi, yönetmeni, kurgucusu ve elbette oyuncusu benim. İstesem jeneriğe adımı bir değil, iki değil, tam dört kez yazarım yani. Ama adımın görünmesini isteyip istemediğimi henüz bilmiyorum. Daha kendime sormadım çünkü. Sorsam bilirdim. Çünkü benim her şeye verilecek bir cevabım vardır. Özellikle konu filmimse… Konuya dönersek, evet filmimiz kâinatın yaşanması en zor gezegeninde, yani dünyada geçiyor. İnsan doğacağı gezegeni seçemiyor ne yazık ki. Aslında yaptığım araştırmalara göre bir tek bizim gezegenimizde geçerli bu. Daha doğmadan başlıyor yasaklar, kısıtlamalar, yaftalar, paftalar, tafralar, kötü kelime oyunları. “Burası dünya yok öyle!” kafası… Diğer gezegenlerde doğacak “şey”e nerede, nasıl ve ne olarak hayata başlamak istediği sorulur. Yani Neptün’de yaşayan bir hasklajkjfdmn’nın alışılageldiği gibi miniminnacık bir hasklası yerine, gezegen bile olmayan Plüton’da paljfkjfolöv’ü olabilir. Ve hiçbir hasklajkfdmn “yavrum neden gezegen bile olmayan Plüton’da bir paljfkjfolöv olmayı tercih etti?” diye üzülmez. Yavrusunun tercihlerine koşulsuz saygı duyar, yasaklamak ya da sorgulamak akıllarına bile gelmez.
Açık konuşalım gençler, artık kainattaki en geri kafalı gezegende yaşadığımız gerçeğini kabullenmeliyiz. Ben ilk başlarda bu gerçeğe çok direndim. Mutlaka bu dünyadan kurtulmanın bir yolu olmalı diye çok kafa patlattım. Diğer gezegenlerden yazıştığım çocuklar vardı. Birine aşık olmak üzereydim hatta. Size yalan söylemeyeceğim, aşk demeyelim de, evlenip eş durumundan onun gezegenine taşınma planları kuruyordum. Ama bi hoşlanma da vardı yani. O da bana karşı boş olmasa gerek ki kısa zamanda iş ciddiye bindi. Beni görmeye gelmek istediğini söyledi. Acayip heyecanlandım. “İster misin birlikte dönelim Mars’a?” diye sordum kendime. İstermişim. Gel dedim hemen ona. O da hemen geldi. Hem de öyle bizim mercimek beyinlerimiz ve nohut oda bakla sofa hayal güçlerimizle çiziktirdiğimiz ters dönmüş wok tavadan modifiye uzay gemisiyle değil, alev alev yanan kırmızı deriyle kaplı, yanar dönerli ofis sandalyesiyle geldi. Şimdi onu ilk gördüğüm anı düşününce… Ofis sandalyesi ne ya? Face’te şöyle köklü bir aileyiz, böyle zenginiz diye yazıyordu ama… Neyse, belki de tek kişilik spor araçlarıdır bu. Böyle düşününce gayet de havalı aslında. Araçtan inince bizim araba kumandası ile elektrik süpürgesi hortumu karışımı garip bir aletle ofis sandalyesini hüppp diye yok edip aleti de cebine attı. Böylece park sorunu da yaşamıyorlarmış. Şu Marslılar savaşçı oldukları kadar akıllılar da. Birlikte geçirdiğimiz ilk gün mükemmel gidiyordu. Kumburgaz’daki yazlığımızdaydık. Bir ara komşumuz gelip üzerine biraz estetik mi yoksa teknoloji mi atayım bilemediğim o şekilsiz ufolardan gördüğüne yemin billah etti. Evet. Komşumuza göre, Kumburgaz semalarında alev alev kırmızı deri kaplı yanardönerli ofis sandalyesi yerine o bildiğimiz çirkiiiin ufo göründü! Pavlov’un bu kadar da köpeği olunmaz ki be Fahriye Abla. Neyse, biz çifte kumrular Kumburgaz’daki aşk yuvamızda ilk günümüzü doyasıya eğlenerek geçiriyorduk. Keyfimiz yerindeydi. Denize girdik, dondurma yedik, sahilde birbirimizin kollarına doğru ağır çekim koştuk falan. Yani ben çok dahiyane bir fikirle her şeyi batırana kadar her şey çok güzeldi. Ah be! Mars gezegenine gelin gitmeme şu kadarcık kalmıştı. Mesela bahçede mehtaba ve müstakbel kayınvalidem ile kayınbabamın yazlıklarına karşı, (Pırr kendi yazlıklarından ultrasüper süpersonik teleskopuyla geceleri beni izleyebildiğini söylemişti, biraz içimi ürpertse de “muhtemelen annemle babam da şimdi bizi izliyordur” diye eklemesi de ayrıca hoşuma gitmişti. Ailesi de beni seviyorsa demek ki… Yalnız söylemeden geçemeyeceğim, “Mars’ta su bulundu”dan daha fazlasını yapabilirsiniz biliminsanları. Yazlık diyorum. Su ne yaa?) sevdiceğimle bi rakı sefası yapmak yerine, yoo siz hiç öyle makul davranır mısınız Ela Hanım, böyle gezegenlerarası dillere destan olacak bir gece geçirmek dururken, yo yoo hiç olur mu, siz yine bildiğinizi okuyun lütfen, şu içine kaktüs ekilesice saksıyı çalıştıramamış, “Bak sana ne izleteceğim. Ehe mehe” deyivermiştim. Filmimizin adı: “Marslılar Saldırıyor”. Hadi bakalım. Ah bu ne yaratıcılık yarabbim! Aklımca ona dünyadaki “dünya dışı varlık” algısını gösterip birlikte dünyalıların aptallığına gülecektik. Cph-o0o-Pırr (sevgilimin tam ismi buydu) filmi görünce dehşete düştü. Tüm halkının aptal gibi gösterilmesi bir yana meğer Marslılardan biri tıpatıp annesi değil miymiş? Annesi ultra süper süpersonik teleskopuyla mutlaka bu küçük düşürücü şeyi izlediklerini görmüşmüş ve yoo onun çok saygıdeğer ailesi yo yooo onun bitanecik anneciği, aaaaaaa! onun melek annesi böylesi bir hakareti hak etmiyormuş.
NE AİLEM, NE DE KAHRAMAN MARS HALKI BU REZİL SALDIRILARIN, HAKARETLERİN VE KARALAMALARIN ALTINDA KALMAYACAKTIR. BU AÇIKÇA BİR SAVAŞ İLANIDIR VE YAPILAN BU TERBİYESİZLİĞİ SANA VE O TİM BURTON DENİLEN ADAMA ÇOK FENA ÖDETECEĞİZ.
Dedi ve o boktan ofis sandalyesine binip gitti. Pırr! Adam olsan kendine şıkır şıkır ışıklı bir ufo alırdın be. Sen anca bürosit!
Aman Allah’ım. Evliliğim suya düşmekle kalmamış, bir de 1. Gezegenler Savaşı’nı başlatmıştım.
Aman Allah’ım, aman Allah’ım.
Amaaan! Yemişim savaşını, gezegenini. İşte bu benim iki gözü kör olsun da piyango bileti satsın sinema aşkım yüzünden Mars gezegeninin enn gözde bekarlarından Pırr avucumdan uçtu gitti. Ve sırf bu yüzden, işte bu yüzden işte, filmimiz dünya gezegeninde geçmektedir. Otobiyografiktir. Beni kendim canlandırmaktayımdır.
Jeneriğeyse hala karar veremedim. ✪