“Bir kez, az kalsın kısa bir filmde çıkacaktım, ama son anda vazgeçtim.Filmlerden benim gibi nefret eden birinin, kendisini filmde çıkarmalarına izin vermesi sahtekârlık olur diye düşünmüştüm.”
Çavdar Tarlasında Çocuklar – J.D. Salinger
Salinger son eserini yayımlatalı 48, son söyleşisini vereli 33 yıl oldu. Aramızdan ayrılışından bu yana, 27 Ocak’ta, 3 yıl geçmiş oluyor. Holden aracılığıyla sinemaya karşı biraz “mesafeli” olduğunu biliyoruz. Seviyorduysa bile riyakarlığa savaş açmış birisi olarak Holden’a o sözleri söylettiğinden ya da tamamen bambaşka sebeplerden eserlerinin telif haklarını – biri hariç – satmadı. Edebiyat uyarlamaları konusunda ağırlıklı olarak hoşnutsuz kalan bizler en az yetmiş tane kusur bulurduk herhalde çok sevdiğimiz Çavdar Tarlasında Çocuklar’ın beyazperdedeki iz düşümünde. Holden’ı canlandıran oyuncunun tipini beğenmezdik, “Kitapta böyle demiyordu” derdik, aknelerine bile laf söylerdik.
Şu gözler özetle bir Salinger uyarlaması görmedi. Fakat bu Salinger’ın hiçbir eserinin telif hakkını satmadığı anlamına gelmiyor! Dokuz Öykü’de yer alan “Sarsak Dayı Connecticut’ta” Salinger’ın resmi olarak sinemaya uyarlanan tek eseri. İlk olarak The New Yorker’ın 20 Mart 1948’de çıkan sayısında yer alan öykü Walt Glass’ın bir zamanlar görüştüğü bir kızdan söz eder. Eloise artık evlidir. Zaten Walt da ölmüştür. Eloise’yi okuldan arkadaşı Mary Jane ziyarete gelmiştir. Öykü ağırlıklı olarak bu ikilinin diyaloglarından oluşur. Arada Ramona ve evin hizmetçisini de birkaç kez görürüz. Bir kere de telefonda Lew’la görüşülür. Sinematografik bir yapısı olduğu söylenemez yani. Öykünün film haklarının satılması ve sonrasında gelişen süreç “Üzüntü, Muz Kabuğu ve J.D. Salinger”da şöyle anlatılıyor: “Film hakları Hollywood yapımcısı Samuel Goldwyn için Darrly Zanuck’a satılır. Satıştan iyi para kazanan Salinger öyküsünün tiyatroya daha uygun olduğunun ve sinema için geliştirilmesi gerektiğinin farkındadır. Temsilcisi Dorothy Olding’in önerisi üzerine filmin yapımı üzerindeki tüm haklarından da vazgeçer. Böylece öykü Casablanca’nın Oscarlı senaristleri Julius ve Philip Epstein’a teslim edilir. Eserlerindeki en ufak bir değişiklik teklifine bile öfkelenen, dergiler kendisine danışmadan öykü adlarını değiştirdiklerinde deliren Salinger’ın böyle bir durumu neden kabul ettiği bilinmez. Öykü, My Foolish Heart adıyla gösterime girer. Filmin ilk sahneleri öyküye sadıktır, başlangıç diyaloglarının bir kısmı kelimesi kelimesine aynıdır. “Zavallı Sarsak Dayı” sözcükleri amacına ulaşamadan sürekli tekrarlanır durur. Fakat olay örgüsü kısa süre sonra öyküyle ilgisi olmayan bir anlatıya dönüşür. Filmi kalabalıklaştırmak için aralarında Lew ile anne babasının da bulunduğu fazladan karakterler eklenirken, Ramona kenara itilir. Salinger’ın şehir dışında yaşayan topluma ışık tutmak isteyen öyküsü Hollywood’un elinde aşırı duygusal bir aşk hikayesine dönüşmüştür. Filmde Ramona, Eloise ile Walt’un aşk çocuğudur ve Walt öyküde olduğu gibi bir Japon sobasının patlamasıyla değil, hava eğitim kazasında asil bir şekilde ölmüştür.
Salinger filmi dehşetle izler. Tiksinir. Öykünün yorumlanması üzerindeki tüm kontrolünü, hakları sattığı için yitirmiştir. Böyle bir şeyi bir daha tekrarlamamaya azmeder.”
Salinger’dan yapılan tek resmi uyarlama budur. Bundan yıllar sonra kendisinden beklenmeyecek şekilde Gülen Adam’ın da haklarını satmaya çalışıyor. Araya giren Elia Kazan(cıoğlu) Çavdar Tarlasında Çocuklar’ın haklarını isteyince bu girişiminden de vazgeçiyor.
[quote style=”boxed”]Salinger’ın şehir dışında yaşayan topluma ışık tutmak isteyen öyküsü Hollywood’un elinde aşırı duygusal bir aşk hikayesine dönüşmüştür.[/quote]
My Foolish Heart dışında resmi olmayan sayısızca uyarlamadan başka imdb’de kaydı bulunan beş uyarlama daha var. Bunlardan biri uzun, dördü kısa metraj. Uzun olan daha çok Hamoun ve Gaav filmleriyle bilinen Dariush Mehrjui’ye ait olan Pari filmi. Dariush bu filmi Franny ve Zooey’den uyarlamış. Diğer uyarlamalar kısmen önemsiz sinemacılara ait. Bir tek The Catcher’ı çeken Luke Howard’ın sinemayla ilişkisi devam ediyor.
Bunlar dışında Salinger’a direkt veya dolaylı yoldan göndermede bulunan filmlerden bir kısmı şöyle;
Aklıma ilk gelen film Igby Goes Down. Burr Steers’ın yönetmenliğe iyi bir başlangıç yaptığı filminin Çavdar Tarlasında Çocuklar’a fazlaca göndermesi bulunuyor. O kadar ki illegal bir uyarlaması neredeyse. Igby son gittiği okuldan da kovulunca soluğu askeri okulda alır. Riyakarlıktan nefret ettiğini söyleyip neredeyse aynısı kitapta da geçen şu okuldaki çocuğun atlama hadisesinden söz eder. Gönül bağı kurdukları ya da kurduğunu sandıkları başkalarıyla birlikte olur. Elinde bavuluyla şehirde turlar ve bir kız bulup uzaklara gitmenin hayalini kurar. Coldplay’den Don’t Panic çalarken nereye gideceğini, ne yapacağını bilmeden yürür durur.
İnsanın elini sallasa gençlik filmine çarpacağı şu alemde türdeşlerinden kalın çizgilerle ayrılan ve Çavdar Tarlasında Çocuklar’a selam duran ciddi bir film Igby Goes Down.
Gus Van Sant’ın kötülerinden olan Finding Forrester da Salinger’a selam duranlardan. Filmin ana karakterlerinden olan William Forrester yazın hayatı boyunca sadece bir roman yayımlatmış münzevi bir yazardır. Hatta öldüğü bile sanılmaktadır. Yıllarca evinden çıkmadan yaşar ve yazdıklarını dosyalayıp kimselerle paylaşmaz. İddia sonucu evine giren Jamal’ın çantasına el koyar ve çocuğun yazdıklarına çeşitli notlar düşer. Böylece aralarındaki dostluk başlamış olur. Forrester Jamal’a öğretmenlik eder.
Filmin sonunda Forrester İskoçya’ya gider. Kenneth Slawenski’nin Salinger biyografisi “Üzüntü, Muz Kabuğu ve J.D. Salinger”da sözü edilen bir İskoçya hadisesi vardı. Yaptığı bir Ada gezisi sırasında İskoçya’ya aşık olduğundan ve oraya yerleşmek istediğinden söz edilir. Forrester da yaşantısının son dönemini İskoçya’da geçiriyordu.
The Good Girl’de Justine’in bir nevi gönül eğlendirdiği, ergenliğin ortak paydası olan sancılı dönemden geçmekte olan, Çavdar Tarlasında Çocuklar’ı elinden düşürmeyen, kimsenin kendisini anlamadığını düşünen ve “Holden” diye çağrılmak istenen bir genç var. Sevdiğiyle olamayınca teselliyi alkolde arayıp öyküler yazan bir genç bu. Filmin Salinger’la ortak noktası bu kadar. Gerisi bağımsız filmlere has ve artık suyu çıkmış olan eksantrik ve sorunlu karakterlerle örülmüş gereksiz olaylar toplamı. Kağıt üzerinde ilgi çeker gibi görünse de tam anlamıyla sinir bozucu bir film The Good Girl.
The United States of Leland’ın ana karakteri de olağandan farklı gelişmiş muhakeme yetisiyle Holden’ı anımsatanlardan. Leland aklına geleni içinde tutmayı sevmiyordur. Aslında arkadaşı olan bir çocuğu öldürdüğü için ıslahevindedir. Olan biteni hatırlamak ve daha anlamlı kılmak için yazıyordur. Artık okulla işi gücü kalmamıştır ama olsaydı eminim o da bu uyumsuzluğuyla okuldan okula gezer dururdu. Tüm gözlerin üzerinde olmasını istemezdi ve konuşmayı pek sevmeyen bu haliyle uzaklarda bir yerlerde pek güzel sağır-dilsiz numarası yapardı.
Joachim Trier’in şahanesi Reprise’ın karakterleri Holden’la olmasa da o çok bilmiş halleriyle Glass Ailesi üyeleriyle akrabalık kurabilecek gibiler. Zira filmdeki herkes potansiyel sanatçı. Hepsinde var bir yetenek. “IQ en az 110 herhalde” diyorsunuz izlerken. Film bitene kadar neredeyse hepsi en az bir kitap yazıp bastırıyor.
Altın Lale ödüllü Reprise görülebilecek en iyi ilk filmlerden. Ülkemize yaptığı iki ziyaretten de eli boş göndermedik kendisini. İstanbul Film Festivali’nden Jüri Özel Ödülü alan ikinci filmi “Oslo, 31. august”taki Anders de uzaktan Seymour’u anımsatmıyor değildi hani.
Glass Ailesi’ne göndermede bulunan önemli sinemacılardan birisi de Wes Anderson. Hatta yönetmenliğinin de Salinger’ın yazarlığıyla ortak bir noktası vardır. Salinger’ın öykülerinde Glass Ailesi’nin fertlerine yer vermesi gibi Anderson da filmlerinde ağırlıklı olarak aynı oyuncularla çalışıyor. Bu çok karakterli yapıdaki şahıslar da, mesela The Royal Tenenbaums’ta olduğu gibi ayrı ayrı meziyetlere sahiptirler. “Tenenbaums” adı da Dokuz Öykü’de yer alan “Teknede” öyküsünden tek harf değişikli-bir harf fazlalığıyla gelmektedir. Boo Boo Glass’ın kocasının soyadı Tannenbaum’dur.
Paul Thomas Anderson’ın Magnolia’sındaki Stanley de aklıma Teddy’yi getirir mesela. Stanley katıldığı bilgi yarışmasının yıldız çocuğudur. Büyümüş de küçülmüş gibi zekidir. Salinger da Teddy’de doğu felsefesine ve reenkarnasyona göndermelerde bulunur. Anladığım kadarıyla Teddy’nin dünyaya ilk gelişi değildir yani. Stanley’de de vardır böyle bir durum. Ayrıca ikisinin de babalarıyla araları pek iyi değildir. Öykünün girişinde gördüğümüz üzere Teddy’nin babası biraz kaba sabadır. Stanley’ninki de onu sırtından para kazanılacak birisi olarak görüyordur. “Bana iyi davran” serzenişini de “Yatağına dön evlat” diye geçiştirir zaten.
Bizden ise aklıma sadece Bizim Büyük Çaresizliğimiz geliyor. Barış Bıçakçı kitapta Ender’in Nihal’e verdiği, sayfaları meyve lekeleriyle dolu bir kitaptan söz eder. Adı geçmez. Seyfi Teoman’ın filminde ise bu kitabın Çavdar Tarlasında Çocuklar olduğunu görürüz. (Bir Salingersever olarak Barış Bıçakçı, Sinek Isırıklarının Müellifi’nde de Salinger’a çeşitli göndermelerde bulunmaktadır.)
Okurlarına bir kitabı beğenirlerse o kitabın yazarını aramalarını öğütledi ama ulaşamazlarsa ne yapacaklarını söylemedi Salinger. Sadece rahat bırakılmak istedi. Filmleştirilmesi istediği öyküleri dışında gelen teklifleri de kabul etmedi. Mesafeyi korudu. Arzu ettiği mahremiyeti oluşturup koruyabilmek için olmadığı birisi gibi davranmak zorunda kaldı belki de.
“Filmlerdeki o heriflerden birini taklit etmeye başladım. Şu müzikallerden birinde çıkmıştı hani. Filmlerden günahım gibi nefret ederim, ama onları taklit etmek hoşuma gider.”
Çavdar Tarlasında Çocuklar – J.D. Salinger