Dadanın Kasvetli Gelini Emmy Hennings

Dada’nın üzerinden neredeyse yüz yıl geçti ama Emmy Hennings’in yüzü hala biraz karanlıkta. Biz mi ıskaladık yoksa unutuldu mu?
Ocak '13

emmy0

1885’te Almanya’da doğar Emmy Hennings. Denizci kızıdır. Yoksul geçen çocukluğunu babasının anlattığı deniz hikâyeleri şenlendirir. Bir yandan okur, diğer yandan çalışır: Hizmetçilik, garsonluk, çamaşırcılık vs. İşten güçten fırsat bulduğu zamanlarda da tiyatro salonlarına atar kendini.

Gerçek adı olan Emma Maria Cordsen’i 1904 yılında Joseph Paul Hennings ile evleninceye kadar taşır, sonradan Emmy Hennings olur. İlk çocuğu ölü doğar. Ertesi yıl kızı Anne Marie dünyaya gelir. Joseph Paul Hennings ile üç yıllık evliliğinin ardından kızını annesine bırakıp gezici bir tiyatro grubuna katılarak Odessa, Moskova ve Budapeşte’de dolaşır durur.

1912’de Münih’teki Stefanie Café’de şarkılar söyler. Thomas Mann, Hermann Hesse, Rainer Maria Rilke gibi isimlerin yazı ve şiirlerinin yayımlandığı dönemin önemli dergilerinden biri olan Simplicissimus’un devrimci, avangart adamlarıyla bu günlerde tanışır. Simplicissimus dergisinde çalışmaya başlar, şiir gecelerinde yazdığı şiirleri okur. Dönemin siyasi baskılarına karşı protesto gösterilerine katılır, cezaevine girer çıkar. 1913’te ilk şiir kitabı çıkar. Uyuşturucuya alışır, fahişelik bile yapar.

Erich Mühsam’ın sevgilisi olur. Pek çok devrimci gibi o da düşüncelerinden dolayı cezaevine girer çıkar. Yıllar sonra Hitler’in iktidara gelişiyle tutuklanarak Oranienburg Toplama Kampı’na atılıp dövülerek öldürülür. Ölüm haberi, “Yahudi Erich Mühsam gözaltında kendini astı” diye yansır basına.

O günlerinde Hennings’e aşık genç bir adam daha vardır: Şair Jakob van Hoddis. Hennings’i çılgınca sever. Ne var ki Hennings onu daima bir dost olarak görür. Hoddis, zamanla ortaya çıkan şizofrenin de etkisiyle kâh Paris’te görünür, kâh Münih’te. Kendi isteğiyle Jena Akıl Hastanesi’ne yatar. Dışavurumcu sanatın öncü eserlerinden sayılan ‘Dünyanın Sonu’ isimli şiirini bu yıllarda yazar. Hoddis’in ilginç bir yönü daha vardır; Kuklacılık. Yaptığı kuklalar herkes tarafından beğenilir, elden ele gezer. Hennings, 1917’de çektirdiği bir fotoğrafta elinde bir kuklayla görünür. Emmy Hennings’in o gün elinde tuttuğu kukla, Hoddis’in yaptığı kuklalardan biri midir kestirmek güç. Hennings, Cabaret Voltaire gecelerinde de sonraki yıllarda da Hugo Ball ile beraber kukla gösterileri düzenledi. Kaderin bir cilvesine bakın ki yıllar sonra da bir kukla karaktere dönüşür. Alman bir sanatçı, yakın zamanda Emmy Hennings kuklalarıyla gösteriler düzenledi sanatseverlere.

 

“… cezaevinden çıktığında I. Dünya Savaşı’nın yarattığı şartlar nedeniyle Hugo Ball ile birlikte Zürih’e göç edip Cabaret Voltaire’i kurarlar…”

Jakob van Hoddis’in sonu da Erich Mühsam’dan farksızıdır. Onun da yaşamı Nazi toplama kamplarının birinde son bulur. Kimileri gaz odalarında öldürüldüğünü söyler, kimileri intihar ettiğini.

Emmy Hennings, Şubat 1915’te yeniden tutuklandı. Üç ay sonra cezaevinden çıktığında I. Dünya Savaşı’nın yarattığı şartlar nedeniyle Hugo Ball ile birlikte Zürih’e göç edip Cabaret Voltaire’i kurarlar. O ilk günü Hugo Ball şöyle anlatır: “Lokal tümüyle dolmuş birçokları yer bulamamıştı. Saat altıya doğru çalışmaların hızla sürdüğü ve fütürist afişlerin yapıştırıldığı bir anda koltukları altında çanta ve resim bulunan, dış görünüşleri açısından doğululara benzettiğimiz dört kişilik bir delegasyon girdi içeriye. Girer girmez selamlamak amacıyla birçok kez eğilmelerinden alçak gönüllü oldukları belli oluyordu. Kendilerini tanıttılar: Ressam Marcel Janco, Tristan Tzara, Georg Janco ve adını unuttuğum dördüncü bir bey idiler. Rastlantı sonucu H. Arp orada bulunuyordu ve pek fazla sözcüğe gerek kalmadan anlaştık. Hemen sonra Janco’nun eliaçık başmelekleri diğer güzel resimler yanında yerini almıştı ve Tzara daha aynı akşam sempatik bir biçimde pantolonunun cebinden çıkardığı eski biçemle yazılmış olan dizelerini okudu.

Zürih, hayal kırıklığına uğraşmış şairlerin, sürgüne gönderilmiş devrimcilerin, aydınların sığınma evidir o yıllar.  Lenin bile oradadır. Kafasında devrim planlarıyla Zürih’in bar ve kafelerine girer çıkar. Cabaret Voltaire’in yakınında bir evde oturur. Cabaret Voltaire’e uğrayıp Emmy Hennings’i izlemiş midir pek bilinmez ama Zürih’te karşılaştığı Romanyalı bir Dadacı’ya dönüp “Ne kadar köktencisiniz veya ben ne kadar köktenciyim bilemiyorum. Kesinlikle yeteri kadar köktenci değilim. Hiç kimse yeterince köktenci olamaz ama bir insan gerçekliğin kendisi kadar köktenci olmak zorundadır.” dediği söylenir[1. A. Alvarez- İntihar Kan Dökücü Tanrı, Öteki Yayınları Sf 214].

Emmy Hennings ve Hugo Ball 1920’de mezhep değiştirip Katolik olduktan sonra evlenirler. İsviçre’de küçük bir köye yerleşirler. O günlerde en yakın dostları Hermann Hesse’dir. Hugo Ball, 1927’de öldükten sonra Hesse ve Hennings’in dostluğu devam eder. 1948’de de Emmy Hennings’in yaşamı İsviçre’de yoksulluk içinde son bulur.

Cabaret Voltaire’in tek kadın üyesiydi Emmy Hennings. Bohemlerin yürek yakan güzeli, Dada’nın kasvetli geliniydi. Kimler sevmedi ki onu!

——————————

‘Morfin’

Son bir sergüzeşti beklemekteyiz.
 Gün güneşliymiş umursar mıyız?
 Birikmiş günlerin çöküşü-
 geceler vesveseli - Araf’ta dua.
Posta? Bıraktık artık okumayı.
 Sadece bazen sessizce yastığa gülümsüyoruz,
 Aydık ne de olsa artık her şeye. Yırtıcı
 Uçuyoruz titreme nöbetinde ileri geri.
Ahali aceleyi ve telaşeyi sevsin didişken
 Bugün yağmur daha kederli, sıkılgan
 Sürükleniyoruz bir es vermeden geçerken şu hayatta
 Ve uyuyoruz, yol yordamsız, öbür tarafa...

——————————–
Emmy Hennings
Çeviri: Barış Yarsel – Gökben Bostancı

[/one_half_last] ✪