Gece saat iki buçuğa geliyordu, zilzurna sarhoş olduğu daha uzaktan belliydi, kapıdan girdiği ve Maria, diye bağırdığı andan itibaren duvarlara çarptı durdu, sonra yere yuvarlanmasından, zar zor doğrulmasından çıkan gürültüler, yakınlaştıkça daha iyi duyulan, daha iyi seçilen küfürler, o ise, odada, yorganın altına gizlendi, ne eli ne ayağı ne kafası gözüküyordu, saklandı ve titremeye başladı, nefesini tutmuş, yatakta mümkün olduğunca boş yer kalsın, kabil olduğunca az yer tutsun diye duvara doğru iyice büzülmüştü, ne derece sarhoş olduğunu tam olarak anlamak kabil değildi, ancak uzun uzun uğraştıktan sonra nihayet kapının kolunu bulup bastırabildiği ve kapıya dayandığı zaman yalpalayışından bilincini kaybetmenin sınırında olduğu anlaşılmıştı, kapıya abanıp içeri girmesiyle yere yuvarlanması bir oldu, eşiğin orada öylece kaldı, birden her yer tam bir sessizliğe gömüldü, tercüman kıpırdamıyordu bile, o da yorganın altında kıpırdamadı, bütün kaslarını gererek nefesini olabildiğince tutmaya çalıştı, hiç gürültü etmemek için sonsuza kadar tutmak isterdi nefesini, olmadı elbette, korkudan kalbi o kadar çarpıyordu ki, belki de hiç gürültü etmemek için sarf ettiği gayret nedeniyle yorganın altında ister İstemez inledi, sonra dakikalar boyunca kıpırdamadan kaskatı yattı, hiçbir şey olmadı, koyu sessizliğin içinde sadece alt kattaki komşunun radyosunun sesi süzülüyordu duvarlardan, Three Jesus’tan The Cold Love şarkısının güm-bürdeyen bası, şarkıcının yıvışık sesi pek duyulmuyordu, ciyak ciyak öten sintezatorun sesi de, sadece bas; işte o zaman o, tercümanın sabaha kadar olduğu yerden kıpırdamayacağını sanarak -öyle sanmak kabildi çünkü- oraya doğru bakmak, gerekiyorsa yardım etmek için ürkek bir hareketle yorganı başından çekti, o anda tercüman hiç beklenmedik bir şekilde, hatta şaşırtıcı bir çeviklikle yerden fırladı, sanki o zamana kadar yaptıkları şakaymış gibi ayağa kalktı, sağa sola sallanarak kapının önünde durdu, ağzının kenarında korkunç bir sırıtmayla yataktaki kadına bakmaya başladı, sonra yine aniden suratı ciddileşti, bakışları sertleşti, İki gözü iki bıçak ağzı gibi oldu, kadın gerçekten o kadar korktu ki, yorganı üstüne çekmeye bile cesaret edemedi, iyice duvara yapıştı, titremeye başladı, bütün vücudu tir tir titremeye, tercüman yine Maria, diye bağırdı, Maria’nın “i”sini nefret ediyormuş ya da alay ediyormuş gibi garip bir şekilde uzattı, yatağa yaklaştı, tek bir hareketle yorganı çekip yere attı, sonra kadının geceliğini yırttı, kadın, geceliği cart diye yırtılıp sırtından sıyrılırken haykıramadı bile, çırılçıplak büzülüp kaldı, çığlık bile atamadan, biliyordu ona ne isterse yapabileceğini, katlanmaya mecbur olduğunu, tercümanın kısık sesle, neredeyse fısıltıyla verdiği emirlere uyarak yüzükoyun yattı, sonra yatakta dizlerinin üzerinde domaldı, kıçını yukarıya kaldır, pis orospu, diye söylenerek penisini çıkardı tercüman ama bu kez Macarca konuştuğundan, ne İstediğini kadının bulması gerekiyordu, buldu nitekim, daha yukarıya kaldırdı, tercüman müthiş bir kuvvetle içine daldığında acıdan gözlerini yumdu sadece, yine çığlık atmadı, oysa tercüman boynuna yapışmış öyle kuvvetle sıkıyordu ✪
[Laszlo Krasznahorkai] Savaş Ve Savaş
Gece saat iki buçuğa geliyordu, zilzurna sarhoş olduğu daha uzaktan belliydi, kapıdan girdiği ve Maria, diye bağırdığı andan itibaren duvarlara çarptı durdu, sonra yere yuvarlanmasından, zar zor doğrulmasından çıkan gürültüler, yakınlaştıkça daha iyi duyulan, daha iyi seçilen küfürler, o ise, odada, yorganın altına gizlendi, ne eli ne ayağı ne kafası gözüküyordu, saklandı ve titremeye başladı, nefesini tutmuş, yatakta mümkün olduğunca boş yer kalsın, kabil olduğunca az yer tutsun diye duvara doğru iyice büzülmüştü, ne derece sarhoş olduğunu tam olarak anlamak kabil değildi, ancak uzun uzun uğraştıktan sonra nihayet kapının kolunu bulup bastırabildiği ve kapıya dayandığı zaman yalpalayışından bilincini kaybetmenin sınırında