Kadınların toplumun her alanına yapabilecekleri katkılar, toplumdaki gelişime açık tüm sahalara—ekonomik, entelektüel ve kültürel—ekleyebilecekleri, tahmin edebileceğimizden çok daha fazla. Girişimcilik, ilk bakışta sadece ekonomik bir anlamı varmış gibi gözükse de, yetki ve güç ima ettiği için, mali sermaye hariç toplumsal, insani, entelektüel ve kültürel sermayelerin gelişmesinde de önemli yeri olan bir kavram. Bir sanatçının sergi açabilmesinden, şarkı söyleyebilen birinin albüm çıkarmasına, siyasi ya da toplumsal düşüncelerini ifade etmek isteyen birinin kendine dair bir alan ve ses bulabilmesine veya yaratmasına kadar, insiyatif almak, girişimcilik kelimesinin şemsiyesi altında kendilerine yer bulabiliyorlar.
Fakat, masumiyetine ikna olmadan önce, girişimcilik ikinci bir bakışı hak ediyor. Ataerkil toplumlarda erkek egemen bakışın ve söylemin toplumun her alanına yayılması, güçlendirici olması gereken girişimciliği de etkiliyor. Ataerkil söylemin, yani toplumun her alanına erkek bakışının egemen olmasını isteyen ideolojinin, kırıntılarına daha yakından bakmak için, girişimcilik kelimesi ile beraber, etkonomik teşebbüsleri sarmalayan söylemlerin incelenmesi, egemen söylemlerin tanımlanması ve karşı söylemler geliştirilmesi gerekiyor.
Girmek, girişmek, girişimcilik
[sws_pullquote_left] Girişimcilik, köken ve anlam olarak erkek egemen söylemin doğrudan bir ürünü olarak yorumlanabilir. En azından Anadolu’da var olan—ve aslında Roma İmparatorluğu’na da sirayet eden—Kibele tanrıçasının kadınsal gücü ile ilişkilendirilen “yaratıcı” kelimesindeki ilahi inceliğinden nasibini alamayan bir kelime, girişimcilik. [/sws_pullquote_left]
Girişimcilik, köken ve anlam olarak erkek egemen söylemin doğrudan bir ürünü olarak yorumlanabilir. En azından Anadolu’da var olan—ve aslında Roma İmparatorluğu’na da sirayet eden—Kibele tanrıçasının kadınsal gücü ile ilişkilendirilen “yaratıcı” kelimesindeki ilahi inceliğinden nasibini alamayan bir kelime, girişimcilik.
Herşeyden önce, İngilizcesi olan “entrepreneurship”den isabetli olarak çevrilmiş olsa da, kelime özellikle A.B.D.’de de var olan cinsel ayrımcılığı beraberinde taşıyor. İngilizce kelimenin kökü “entre,” “to enter”—yani girmek—fiiline dayandığı için, dilimize öyle çevriliyor. Kökü girmek ve girişmek oluyor. Fiil olarak, özellikle eril cinsel davranışına olan iması bakımından, cinsel-nötür bir anlamı yok. Cinsel ayrımcılığı ile beraber, kelime, A.B.D.’nin sosyal güvencelerden yoksun ve eşitliği umursamayan kapitalizmindeki agresifliğin bire bir yansıması. A.B.D.’nin en büyük pazarlama efsanelerinden biri olan—ve son bir iki yıldır çöküşüne sahne olduğumuz—“Amerikan Rüyası”nın ve “fırsat eşitliği” masalının, filimlerde klişeleşmiş “ne yapmak istersen özgürsün, adamım, kendine bir alan yarat” cümlelerine dayanıyor.
İnsanın, “kendi” anlayışının toplumdan bağımsız gelişmeyeceği, bireyin toplumsal bir varlık olarak anlam ve kimlik kazandığı, özellikle sosyal bilimlerde, bugün büyük bir çoğunlukla kabul edilse de, Amerikan kültürünün birey odaklı paradoksal varlığı, eşitlik maskesi altındaki ataerkil, sınıfsal ve ırksal baskı mekanizmaları, “entrepreneurship” kelimesinin “to enter” kökünde beyaz, zengin ve umursamaz bir fallik şeklinde itina ile özetleniyor.
Bu kelime, güzel Türkçe’mize “girişimcilik” olarak çevrildiği zaman, A.B.D.’de kazandığı anlamları bir kenara bıraktığını düşünmek, büyük bir saflık olur. Toplumuzda var olan din ve gelenek tabanlı ataerkil önyargılar ile yoğurulduktan sonra, “girişimci sahne” erkeklerin birbirleri ile savaştığı bir kolezyuma dönüşüyor. Savaş, ataerkilliğin kapitalizme kazandırdığı agresif ruh için çok doğru bir metafor. Bu anlama, dilimizde “girişimcilik” kelimesinin içerisine saklanan—ve erkeklerin sık sık sokak kavgaları, dövdükleri diğer erkekler için kullandıkları—”girişmek” eşlik ediyor ve güçlendiriyor.
Egemen söylem ve karşıt söylem
[sws_pullquote_left]“Girişimcilik” kelimesi kullanıldığı zaman, farkında olunsa da olunmasa da, agresif, erkek egemen, sınıfsal ve ırkçı bir yük kullananın sırtına biniyor. [/sws_pullquote_left]
Söylem, yani bir konu hakkında nasıl konuşulduğu, sadece anlamsal bir öneme sahip değil. Kullanılan dil, sadece düşüncelerin tüm saflığı ve hayatlardan mutlak bağımsızlığı içerisinde aktarılan veya kullanılan başka bir dünya değil. Aksine, davranışlarla iç içe var olan ve etkileyen, kişisel ve toplumsal hafızaları şekillendiren, insanlara güç veren veya güçsüzleştiren, hisleri belirleyen yegane yapı. Bir konu hakkında nasıl konuşulduğu, hangi kelimelerin kullanıldığı, o konuda ne düşünüldüğünü de gösterdiği gibi, toplumda dolaşan hangi söylemlerden etkilenildiğini de açığa çıkarıyor. Kitle iletişiminde—dergi, televizyon ve sinema gibi—dolaşımda olan kadın imgesi, mesela, güzellik kavramını belli bir şekilde tanımlıyor. Dolaşımda olan bu tür söylemlere—alternatif söylemlerin önüne geçtikleri için—“egemen söylem” deniyor. Egemen söylemden olumlu etkilenenler, belli bir kalıbın içine kendilerini oturtmak için davranışlarını ona göre değiştiriyorlar, mutluluklarını veya mutsuzluklarını dayatılan fantazilere göre belirliyorlar. Fakat “güzellik” kavramı üzerine düşünerek “karşıt söylem” üretebilenler, güzelliği farklı şekillerde tanımlayabilenler, egemen söylemin gölgesinde tıkalı kalmak zorunda olmuyor ve davranışlarını, mutluluklarını veya mutsuzluklarını başka türlü tanımlayabiliyorlar.
Benzer bir şekilde, “girişimcilik” kelimesi kullanıldığı zaman, farkında olunsa da olunmasa da, agresif, erkek egemen, sınıfsal ve ırkçı bir yük kullananın sırtına biniyor. Kişisel yorum ve tecrübe ile bahsi geçen anlam her ne kadar silkelenmeye çalışılsa da, çoğunlukla çabalar boşa gidiyor. Ataerkil söylemin özellikle baskın olduğu hukuk firmalarında, mesela, erkek gibi giyinen, patronların gözüne girebilmek için konuşmasını ve davranışlarını “erkeksi” yapan kadınlara rastlamak zor değil. “Kadının güçlenmesi” adı altında tek yükselme şansı olarak erkeğe benzemeye çalışması, ataerkil söylemin “girişimciliğe” ne kadar sirayet ettiğinin ve bu egemen söylemin içselleştirilmesinin ne kadar yaygın olduğunun bir göstergesi olması ile beraber, “güçlü kadın,” “girişimcilik,” veya “çalışan kadın” hakkında “karşıt söylemler”—yani bu konular hakkında alternatif diyaloglar, tanımlar veya konuşmalar—geliştirilmediğini de gösteriyor.
İlk adımlar
Ekonominin ve para ile ilgili neredeyse tüm konuşmaların ve söylemlerin tarihsel olarak erkek bakışının kontrolü altında olduğu bir gerçek. Fakat, ne yazık ki, bu konuda alternatif söylemler üretilmediği ve kitle iletişimle yayılmadığı sürece, baskın ve egemen söylemin değişmesi çok da gerçekçi bir beklenti değil.
Karşıt söylem üretmenin en etkin ve kısa yollarından biri kelimeyi değiştirmek. Bir kelimenin, anlamının ve kullanılışının gücü konusunda ikna olmaya açık olanlar, “Ermeni meselesi,” “Ermeni katliamı” ve “Ermeni soykırımı” tabirlerini—isterlerse her hangi bir ülkü ocağının karşısında yüksek sesle—karşılaştırabilirler. Değişen kelimenin anlamı, hissiyatı ve davranışı nasıl etkilediğini birebir göreceklerdir.
Bu durumda iddia şudur: girişimcilik kelimesi, kadının güçlenmesi ve toplumda kendine bir yer edinmesinin karşısında ciddi bir engel oluşturmaktadır. Girişimcilik kelimesinin kendi taşıdığı anlam bunda önemli bir etken olsa da, asıl sebep, “girşimcilik” kelimesinin ataerkil söylemin bir semptomu olduğudur. Egemen ataerlik söylemin, kadının toplumdaki yeri üzerindeki etkisini azaltmak için, ataerkil söylemin kelime haznesinden kurtulunması gerekmektedir. “Girişimcilik” kelimesinin taşıdığı mana yüküne sahip olmayan, vurdumduymaz ataerkil bir agresifliği ima etmeyen ama güçlenmeyi, insiyatifi ve sorumluluğu hissettiren bir kelime, yaratılacak karşıt söylemin önemli bir parçası olabilir.
Fakat bu noktada gelebilecek önemli bir soru şudur: toplumdaki ataerkil reflekslerin kelime değişikliği ile kaybolması gerçekçi bir beklenti midir? “Girişimcilik” yerine hangi kelimeyi koyarsak koyalım, egemen ataerkil söylemle yorumlanmayacak ve yine bir yapısal şiddetin parçası haline gelmeyecek midir? Öyle olması yüksek bir olasılıktır. O yüzden, daha ılımlı bir yaklaşımla, “girişimcilik” kelimesinin anlamı toplumsal alanlarda tartışılabilinir, yanlı manası sergilenebilir ve kadına güç verebilecek bir şekilde yeniden inşa edilmeye çalışılabilinir. Bu “yeniden inşa” süreci, pek tabii, kitle iletişim yolu ile gerçekleştirilmesi gereken toplumsal bir farkındalık arttırıcı kampanyaya ve başarısına bağlıdır.
Sonuç ve gelecek
Türkiye’de kadının ekonomik olarak güçlenmesini hedef alan hareketlerin ilk yapması gereken, girişimciliğin ne olduğunu tartışmaları ve, şayet gerek görürlerse, yeniden tanımlamalarıdır. Kadınların bu konuda eğitilmesi ve farkındalıklarının arttırılması ne kadar önemli ise, erkeklerin eğitilmesi iki katı daha önemlidir. Kadına uygulanan yapısal şiddete yaptığı katkının farkında olmayan bir erkek, sistemdeki çarpıklıklardan faydalanabilir ve erkeğin içselleştirdiği ataerkil söylemle yaşamına idame eden sistemin mutlu bir parçası olarak hayatını sürdürebilir. Erkekler ataerkil söylemin kendilerine sağladığı sayısız ahlaksız konforlardan vaz geçmedikleri sürece, kadınların işleri bir o kadar zor olacaktır.
Bu eğitim sürecinin, öğrenilen çoğu davranış kalıbının kaynağı olması yüzünden, aileden başlaması lazımdır. Kızların sürekli ev işlerinde çalıştırılması, “anneye yardım” kisvesi altında masum ve neredeyse dini bir ödev anlama bürünse de, aslında ataerkil kapitalizmin temellerinin atılması ile sorumludur. Heteroseksüel ilişkilerin kapitalist sisteme yaptığı katkıdan dolayı neredeyse her açıdan “normal” fetişine tabi tutulması gibi, küçük kıza verilen sorumluluklar karşısında küçük erkeklerin ve babaların sorumluluklardan bağımsız “aile reisi” olmaları, toplumun ekonomik yapısında kadınların yetki mekanizmalarından yoksunluğu olarak kendisini göstermektedir. O yüzden farkındalık arttırmanın cinsiyet seçmek gibi bir lüksü olmadığı gibi, erkeğe ve aile dinamiklerine yoğunlaşan toplumsal kitle iletişim kampanyaları yapmaları yararlarına olur.