Karanlığın romantik prensi Nick Cave, ilk kitabı olan Ve Eşek Meleği Gördü’den yirmi yıl sonra yeni kitabı Bunny Munro’nun Ölümü’nü yazdı ve dünyanın mevcut durumu yetmezmiş gibi, kafası karışık ruhları daha da dibe itti.
Avi Pardo çevirisiyle Siren Yayınları’ndan 3 Eylül’de İngiltere ile aynı anda çıkan kitabın açılış cümlesi, okuyucuyu ilk anda uyarıyor: “Sonum geldi” diye geçirir içinden Bunny Munro, yakında ölecek kimselere özgü, ani bir farkındalıkla…” Böylece Nick Cave’in kimi zaman karanlık ve tedirgin kimi zaman coşkulu ve gürültülü dünyasına giriş kapısını, ardından gelecek olanları merak ederek aralıyoruz.
Cave’in romanının ana karakteri Bunny Munro, evli, bir oğlan babası, kafası her daim karışık, sık sık alkol mesaisine kalan, aklı sürekli başka kadınlarda ve kapı kapı dolaşıp kozmetik ürünleri satan, ruhu kaybolmuş bir pazarlamacı. Bu yönüyle kitap evlilik hakkında olduğu kadar, baba oğul ilişkileri hakkında da bir nevi tersinden yazılmış el kitabı gibi okunabiliyor.
Nick Cave de kitap hakkında konuşurken, baba olma duygusuna dikkat çekiyor. “Dünyada en çok hoşuma giden şeylerden biri baba olmak. Eskiden iyi bir sevgili ya da oğul olamadığımı düşünürdüm ama her zaman, içgüdüsel bir şekilde iyi bir baba olacağımı hissediyordum.”
Farklı annelerden iki tane 18 yaşında oğlu ve şu anki beraberliğinden 9 yaşında ikiz oğulları olan Cave’in ne kadar iyi bir baba olduğunu bilemeyiz. Ancak son yıllarda müzikte Grinderman gibi yan projeleri de gerçekleştiren, çeşitli filmlere senaryolar, film müzikleri hazırlayan Nick Cave’in, önce bir senaryo olarak düşünülmüş ve sonrasına bir romana dönüşmüş olan bu kitabında, anlatı tarzının da yirmi yıl önceki kitabına göre değiştiğinden emin olabiliriz. İlk kitabı Ve Eşek Meleği Gördü’de, dilsiz bir gencin aklından geçenlere odaklanıp, yer yer otomatik yazım örneklerine giren Cave, Bunny Munro’nun Ölümü’nde ise anlatım dili olgunlaşmış, kurguyu ve karakterleri sağlıklı biçimde geliştirmiş modern bir yazar olarak karşımıza dikiliyor. Eğer bir yeraltı edebiyatı varsa, Nick Cave artık o heyecanı sürdürebilecek önemli bir yazardır. Sesli roman olarak da kaydettiği romanda kimi zaman sinematik bir anlatım hissedilirken, özenle yazılmış, epik Nick Cave şarkılarında her yanımızı saran o garip hava, kitap ilerledikçe okuyucuyu başarıyla benzer duygulara sürüklüyor.
Yıllarca, kendi söylemiyle “tanrıyla kendine has ilişkisi” hakkında sayısız şarkı yazmış, aşk üzerine üniversitede ders vermiş Nick Cave, bir yandan The Road filminin müziklerini hazırlarken tamamladığı kitapta, ana karakterin karanlık, umarsız tavırlarında günümüz orta sınıfının arada kalmışlığını anlatıyor. Baba Bunny Munro ne denli sıkıntılı bir kişilikse, oğlu Bunny Junior o derece tatlı, sevecen bir çocuk. Bu zıtlığı oldukça başarılı anlatan Nick Cave, kitabın isminin verdiği ipucuyla, zaten lanetlenmiş babanın, tıpkı kendi sonunu bildiği halde bıkmadan usanmadan doğru bildiğini söyleyen İsa gibi yolunda ilerlemesini aktarıyor. Şarkılarında da yoğun hıristiyan göndermeleri yapan Nick Cave romanında ise, başka tarafa bakmamızı istiyor. Çocuklara, bizi sevenlere. Bizim en kötü şeyleri yaptığımızı bildiği halde çiğ bir bağlılık duygusuyla bizi sevmeye devam edenlere. Bizi sevenleri üzmeyelim diyen Nick Cave’in kendi babasının trafik kazasında öldüğü haberini 19 yaşındayken karakolda sarhoş halde tutuklanmışken öğrendiği düşünüldüğünde, kendini aslında oğullar tarafında konumlandırdığı söylenebilir.
Çocukluğu elinden alınmış çocukların hüznü, öfkesi, sözleri ve sesleriyle kurduğu dünyasında, Nick Cave hem şen şakrak bir komedyen gibi şakalar yaparak, hem Kafka gibi acı dolu bir ses tonuyla şiddet hikayesi geliştirerek birbirimizi sevelim diyor. Beraber yaşamanın tek çıkar yolu bu. Ya birbirimizi severiz, ya da hep beraber ölürüz.
Bu yazı daha önce Taraf gazetesinde yayımlanmıştır.