Ta Cizvit okulundan bu yana aklı aynı konuya takılıp duruyordu: Bir zaman böyle yaşamaya yaşamak deseler de, kime ya da neye hizmet ediyordu? Bir rüyada kendini gözlemliyor gibiydi. Soluk soluğa kalmış bir hayvanın gözlerini dikmesi gibi kendine bakıyordu. Hiç iğrenmiyordu. Ekşi ekşi koku da kendisini etkilemiyordu. “Kan aktıkça biraz sızlıyor.” derdi nenem. Kor mu kor demir eritilen alevler içinde bekletilmiş dökme kazanda ısıttığı at sidiğinden çorba akıtıp, delirmiş annesinin hastalığından kalan tek hatırası yün donunu ateşe atıp, istifrayı ve salyayı ve meniyi ve safrayı ve karyayı ve aşkı ve hayatı toplumun en minik göt deliğine kadar sorguluyor şimdi. Bu hakkı ona kim verdi? Bu kini ona ne kazandırdı? Kamu yararına bir ölümle büyüyecek gibi konuşuyor da konuşuyor kendi kendine: “Ameliyatı icra ettim, hiçbir ağrı duymadım. Kan aktıkça biraz sızlıyor. Kanım akarken baldızım aşağıya indi. Yazı yazıyorum kapıyı kapadım diyerek geriye savdım. Bereket versin içeri girmedi. Bundan tatlı ölüm tasavvur edemiyorum. Baygınlık gelmeye başladı…” Düşünür durur akşam evine erken çökerken, eli jiletten biraz daha uzaklaşırken; ben Victor Hugo’nun bir piç olduğunu söylerken efendim güzel efendim, ben Voltaire’in imansız terakkisine perver olurken sevgilim zarif sevgilim, ben bir askerken biyolojiyi metres edinmişken, ben metresimden karıma küfrederek bir çocuk edinmişken, ben annemin akıl hastalığını miras alırmış gibi çıldırarak ölümlerin kuruntularına coşarken, ben hem ilim hem beşer ile meşk ederken ham cesedimi Tıbbiye’ye bıraktıramamışken, ben cesedimi ben leşimi ben çerimi ben çöpümü bir cami bahçesinde yazık etmişken… Ben bu müslümanlara hiç etmediysem bir iyilik, bir kelime hediye etmişken, böyle bayılır giderim…
– Doktor sana ne dedi Fuad? Demedi mi hekimlerin cihanı sana beynine yapıştır sülüğü, at kendini sefahate. Yapıştırdı Fuad sülüğü küçük soğanına, verdi kendini afyona ve kadına.
Karısı Şaziye söylenir durur, hezeyan-ı tazallümîsi tek aşkıdır, deyu. Bu sipsivri taşlarla döşenmiş yolda ayağı çıplak koşar adım yürürken; belalar belalısı bir adam gibi, kendini yitirmiş bir ayyaş gibi, kitabının arasında kurutmaya bıraktığı solucanlar ağzının kenarından sarkarken, bağırsağından özgür bıraktığı tenyaları oraya buraya saçarken kendi kendine söylenir durur. Size anlatmaya mecbur değilim sayın efendimiz, perdedar bir inanışa uzak düşmem vesile oldu. Daire-i esbâbın teveccühüne lüzum geldiği üzre, bu dünyadaki varlığımı, ‘terk-i hayat’ tercihinden yana kullanacağım. O atın terkisinde, o atın bokunun kokusunda nizâmsız alem görsün ki, kendi kendimin deney hayvanıyım sadece, fazlası değilim.
Oysa Fransız kadınların gül yaprak kokulu apış araları vardır. Girer içine minik bir kulübeye sığınıp dev kum fırtınalarından korunacakmış gibi. Kapısıyla oynamayı da pek sever. Girer çıkar girer çıkar girer çıkar girer çıkar. Bir keyif anında, bir boşalma anında Allah’ı hatırlar gibi olur da hatırladığını hatırlamaz olur artık. Şaziye gözü yaşlı, kocasını arar sokaklarda, Fransız kadının baldırı tatlı, sevgilisini arar bacaklarının arasında, büyük Namık Kemal şiirini savunur umutsuzca, küçük Namık Kemal dünyaya veda eder artık sıkıntıdan mı bilinmez, boğulur henüz iki yaşında. Mahallede herkes şaşkın, Fuad’ın elinde kapının tokmağı, kalakalmış dikilir öylece. Bir oğulun ölümüne nasıl sarhoş olunur artık?
– Annen sana ne dedi Fuad? Demedi mi tıkma beni bu tımarhaneye? Etmedi mi bir beddua da ardından, sen de çıldırasılara gelesin Fuaad Fuaad, diye. Bir yandan vurmuyor muydu şakaklarından kendini duvara? Üzerine kapattıkları yüksek tavanlara sarılmış pencereden çıkıp seni takip etmiyor muydu çığlıkları Fuad? Yapıştırdı Fuad sülüğü küçük soğanına, verdi kendini afyona ve kadına.
Fuad bu iş böyle olmayacak deyip, ya Allah girdi dükkana. Kesecekti sakalını yahut bileklerini. Kısacık duraksama anında karar verdi sakalını düzelttirmeye. Bilekler bekleyebilir oysa, bilekler ve doğa, bilekler ve bilim, bilekler ve toplum. Kadınlar o kadar beklemez, afyonevindekiler meraklanır ardından Fuad nerede kaldı deyu, ah Osmanlı! Ah anne! Ahlar içinde vahlar içinde hep aynı terane: Çevir dur kitapları kim okuyacak bu kadar yazıyı. Fuad hissetmişti bir an önünde dört yıl olduğunu. Sadece. Ne kadar yazsa yanına kalacaktır, ne kadar anlatsa yarına kalacaktır artık. İçi titremişti bir heyecanla az hüzünle. Berber sakalını inceltirken inceden okşayarak Fuad’ın, Fuad’ın aklında akşama giderken unutmayayım dediği jilet. Fuad’ın aklında bedenini uyuşturacak, zihnini açık tutacak tüm güzellikler. Fuad’ın aklında gözlemler, deneyler, Fuad’ın aklında sonsuz bir uzay, uzay içinde moleküller, yıldızlar, kraterler ve tozlar. Tozlar içinde yıldızlar içinde annesinin sureti, küçük Namık Kemal’in büyük gözleri. Ne hisseder bir çocuk tam ölürken? Ne hisseder bir anne tam tımarhane kapısında oğluna bakarken? Fuad’ın içi Şaziye’den Fransız kadınına koşar gibi kıpraşmalı, heyecanlı, danışıklı bir titremeyle sarılır, berber sakalı elinden kaydırır, ustura boğazında kan damlası oturtup sıyırır, o anda Fuad atar örtüyü üstünden, giyer fesini en vişne çürüğü renginden, atar kendini çözümünü bulmuş her insan evladı gibi en güzel baldırların sıcaklığına.
Baldırlar sıcak zatıaliniz gevşek dünya buhranlara yedek şu kedi kokaine muhtaç bu kitap hakkında bahsedilmeye aç sevgili efendim. Ansızın iç yağından verdiği zayiata bakmaksızın emmeye başlar kanını. Uzuvları sararır, müstağni beyni yekûn yaşamını yudum yudum tıraş ederken, hayatta taklid, hayatta düzmece, hayatta iğreti, hayatta sathî ne varsa yanıbaşındaki lâmbanın fanusuna prangalar.
Bir velvele, bir patırtı, bir kıyamet, sonrası rivayet. Bedeninin arkı akar da akar kan kırmızı, yüzü kuru bir yaprak rengi, kapısında kadın takunyalarının sesleri zabıtların tekerlek izleri, kaidelere riayet etmeyen Fuad, gündelik itiyatlarından kurtulmuş Fuad, inancın sancağını olacak en tepeye temayülden hissiyattan eyleme taşımış Fuad. Yaptığına müteessir değil, yetişemediğine pişman, tıbbiye yerine toprağa kefenlediler de cırlak bir amentü ile; derler ki, Istanbul’da ardından altı ay ne hükümet ne halk ne de berber kimseler gözünü yummamış. Dirilir de ilim ilim dilimler deyu.
I – İntihar Salgını
II – Beşir Fuad ve İlk İntihar Salgınımız
III – Özkıyım
IV – “Öldür allah sevmelere gidek” ✪