Tekerlekli sandalyede kanat çırpmak

Vic Chesnutt için ve sayesinde: beden kültürünün müzikalitesi üzerine.

“…c’est la vie, la de da, que sera sera..”
– Vic Chesnutt

Vic Chesnutt’un beste yaparken feyz aldığı üslup Kafka’nın Fragmanlar kitabıymış. “Bir parçanın etkisiyle ilgili bir şey, sonuna gelmenin sonsuza dek söz konusu olduğu, bir saniyeliğine ilginizi çeken bir detay ve sonra onun gittiği yer. Hem müzikal hem komik, sizi kıkırdatan bir tür kuru melankolik ton, ama kıkırdayamazsınız çünkü üzerinize gelen o ton çok kasvetli.” Ben de hemen onun Fa-La-La isimli şarkısına geçmek istiyorum. Buz gibi bir hastanede tıkılı bir Vic, pencereden dışarıda oradan oraya özgürce koşturmakta olan kızı izler. “Yaşam gücünün vücut bulmuş halini” izlerken sanki onun bedenine de bir enerji mi geliyordur ne? Oysa hemşireler ve yakınlarının uğraşmasına rağmen, hayır, o hastaneyi terk etmek istemiyordur. Aptalcadır, ama bir sebebi vardır elbet. Hastane, çünkü Semra Topal’ın has romanı Mukaddes Cildin Parçalanışı’nın Selam Hasta başlıklı bölümü çağırayım burada1. Kahramanımız çılgınca Eskişehir’deki Tıp Fakültesi hastanesine intikal ederken, otobüste ve geçtiği ormanda aklından tekinsizce geçen düşüncelerin tersine, yoğun bakımdan çıkan amcasının doktoruyla karşılaşması sonrasında net tespitlerde bulunur.

“(..)imalar ve mesaj ver­melerden teşekkül bir tıpçı karakterinin sessiz sırıtışında dost­luğa dair hiçbir belirti yoktu, anladığıma göre hasta mahremiyetlerine babasının evi gibi dalabiliyordu.(…)”

Doğaldır, çünkü “Kabalığın, hastaneler kadar yuvalandığı bir yer daha yoktur, kadın erkek fark etmez, herkese et gözüyle bakılıyordu.” Vic Chesnutt’un ABD’nin sağlık sistemi yüzünden biriken borçlarını ödeyemediği, ardından alması gereken temel vitamin ve ağrı kesicileri kaçırması sonucunda acıya dayanamadığından kendini öldürmesi çok sayıda insanı üzdü, fakat bir defa hep yazmak istediği şarkıdakinin aksine, insanları sokaklara döküp iktidarı alaşağı etmesine yetecek denli güçlü bir etkisi olmadı.

Hastaneden kurtulmak iyileşmek midir? Vic on sekiz yaşında sarhoşken yaptığı trafik kazası sonrası felç oldu, bir şekilde kısmen elleri kolları iyileşti, yine de gitarı yatay çalabilmek için kendince teknikler geliştirdi, melodi yerine tellere hunharca vurduğu akorlara yöneldi, zaman zaman dişlerini kullandı, dinleyicinin dikkatini gitardan çok sözcüklere çekecek biçimde inledi, mırıldandı ve çığlık attı. Sözcükler için şiire yöneldi 2, Wallace Stevens, Stevie Smith, Emily Dickinson, Auden, Whitman. Boktan bir herif olduğunu düşündüğüm Allen Ginsberg kendisi için aptalın teki demiş3, Vic’teki çocuksuluktan tiksinmişti yüksek ihtimal, edebiyatta çocuksuluğa yüz vermeyen kendince sinsi bir ciddiyeti olan beat’lerle anılsın istemediğinden sanırım. Oysa Vic’in çocuksuluğunda hiç kuşkusuz bir miktar iblislik vardı. Bir konserinde henüz isim vermediği bir şarkı çalmıştı, izleyicilerden biri konser sonrası sohbet ederken şarkıya hangi ismi vereceğini sorunca cevabı “Robert Wyatt” olmuştu. Dinleyici Wyatt’ı şair sanmıştı. Bu ciddi şakacılığı eşini de korkutmuş olsa ki evde ne kadar kesici alet varsa saklamış.

Ona göre şarkı veya şiir yazanlar Geiger sayaçları veya sismik dedektörler gibidir, insanın teninin altında asıl kazılı olanı kısmen de olsa hissettirmeyi, o titreşimi duyumsatmayı başarırlar. Oluklardan akanı, arta kalanı toplarlar. Kendisi gibi -evlatlıktı- terk edilmiş çocukları, doktorların ve hemşirelerin etten başkasını görmediği hastane köşelerini, aklı kıt olanların başına gelenleri, insanın diğerlerine tecavüzünü anlatmayı tercih ettiğinden, ailesi ona zamanında “”çok iyi vaiz olabilirdin, oysa tam ters tarafa gidiyorsun,” demiş. Bununla herhalde özellikle ilk dönemlerinde ağzını çok bozduğu şarkılarını kast etmişlerdi. Belki de konserlerinde Chesnutt’un şekilden şekile girdiği yüzünün figüratif iblisliğinden dehşete düşmüşlerdi. Oysa aslında duygularının coşkusundan çarpılmıştı ozanım. Şarkılarını, sözlerini tek sözcükle böyle özetlemişti: Duygusal. Yüz ifadesinin, hasarlı bedeninin “pozları” dünyanın tıka basa dolduğu herhangi anlar arasında ayrıcalıklı bir ana4 karşılık geldiğinden öyle gözükmektedir, belki? Ayrıcalıklı anın, ozanın sahnedeki sesinin, sözünün o an olup olmadığı, ne olduğu hakkında ne zamandır fikir sahibiyiz? Biliyoruz ki müziğin besini hayal gücü kültürü her şeyden önce bir beden kültürüdür, fakat atletik olmaktan çok müzikal bir kaynaktır. Sakatlanmış bedenin gözümüzün önündeki tuhaflığının karşıtında şarkı söylerken özgün biçimde kıvır kıvır kıvrılması, çarpılmış omuru nedeniyle yan yatmış halde melodilere eşlik ettiği sesinin etkisinin gördüğümüzü bastırması, başka bir görüntü sunması. Ne de olsa “İnsanların mübalağacılığı Tanrının ahenkten hoşlandığına inanacak dereceye varmıştır.”5

Chesnutt’un bir başka iblisliği: Flirted with You All My Life’ın ilk yazımında “Bir bebek? Hazır değilim henüz,” dediği sözlerde şarkıyı kaydederken Bebek’i atıp yerine Ölüm’ü koyar. Buradaki sözcük değişimi ısrarla karşısına çıkan kurban, müptela, engelli ve benzeri tanımlamaları bıkmadan usanmadan reddedişidir. Israrla günlük hayatta herhangi anlarla ilerleyen diğerlerinin yakalanmak istemediği o alanda umut yeşertme tavrıdır. Mizahı da bu yöndedir, bir şarkısının sonunda neye uğradığını şaşırmış kitleye şarkının bittiğini hatırlatırken kıs kıs güler.6 Tek başına turneye çıkardı, özellikle de Kuzey Amerika’nın güneyinde, hiçbir yerin ortasında karavanı bozulunca kalakalmış. Rüzgar soğuk eserken. O sırada bayağı sert görünümlü bir avcı geçiyormuş oradan. Ertesi gün tamirci bulabilirmiş, o akşam da kendi evinde uyuyabilirmiş. Vic, hayatta kalabilmek için olsa, adam tekinsiz izlenim verse de onunla gitmeye razı olmuş. Kulübüye girdiklerinde, Telefon açabilir miyim, diye soruyor Chesnutt. Telefon yok ama buzdolabı var, diyor adam. Yiyecek bir şey var mı? “Ben sadece geyik eti yerim.” Buzdolabı tıka basa geyik etiyle dolu, başka bir şey yok. Gideyim de çişimi yapayım diyor o zaman, banyoda yarı parçalanmış bir geyik görüyor. Derisini tam yüzmeden bırakmış avcı. Masaya bir tabak geyik eti koyuyor, Chesnutt yemiyor, öğürüyor, akşam zaman geçsin diye avcı, babasının cenaze merasiminden fotoğraflar gösteriyor., sonra banyosundaki mini mezbahasında yarım kalan işi tamamlamaya gidiyor. Kulübedeki, banyodaki parçalanmış hayvanın kokusu Chesnutt’ı hiç bırakmıyor. Kendi ön yargısına gülmek için olur olmaz yerlerde Ben sadece geyik eti yerim! diye bağırmaya başlamış. İlk albümü Little (Ufak) notlarında Michael Stipe “”un ufak olmuş kasabanın un ufak olmuş insanlarının ozanı”, ufalmak, küçülmek, hafiflemek çabası en baştan beri.

Vic Chesnutt ve yaptığı tablo
Vic Chesnutt ve yaptığı tablo

Chesnutt’un hafifleyip uçuşa geçmesi uyarıcılar, ağrı kesiciler haricinde henüz sahneye çıkmadan, gitarın askısını tuhaf bir açıyla boynuna geçirmeden başlıyor. Sahneyi paylaştıkları müzisyenler bir şekilde onu tekerlekli sandalyesiyle taşımalı çünkü yeryüzündeki sahnelerin çoğunda merdivenler var, o da bu durumda sürekli kanat çırpmaya başlardı. Buna aşina olmayan bir müzisyen bir defasında kriz geçirdiğini düşünüp onu düşürüyormuş az daha, “senin için kendimi hafifletiyorum” diye rahatlatmış kendisini. Dünyadaki ağırlığı zaten şüpheliyken hakikati verdiği önemle hafiflemek çabası. Chesnutt’ın dahil edildiği güney gotiği poetikasının dinsel figüratifliğine zıt biçimde kendi inançsızlığının ince ironisinin parladığı bir an. İnançsızlığı tanrısızlık diye düzeltmek gerekir. Ona göre ateistliği onun inancıydı, imanı tanrıya değil de canlıları, nesneleri groteskleştiren hayatın tuhaf detaylarına dikkat çektiği sözlerle bezediği müziği. Petrol kuyularının bıkmadan usanmadan çalışmasını dinazorların zevkle boşalıp durmasına benzetmesi örneğin. Burada dikkat isteyen Chesnutt’ın ilginç sözcükleri yan yana getirmesi değil, onları nasıl söylediği. Sözcüklerin güzelliğine imanını belirtmişti, fakat ona göre sözcüklerin güzelliği onları bazı hecelerine nasıl vurgu yaptığınla ilgili. Bu yüzden özellikle konser kayıtlarında sıklıkla bazı heceleri yuttuğu, diğerlerini haykırdığı görülebilir. Yapmaya çalıştığı dilin neşesini aktarmak. Sözcüklere verdiği önemden dolayı onu doğallıkla güney gotiği edebiyatına yakın konumlandırmaya çalıştıklarında itiraz ettiğini bilelim. Ona göre Flannery O’Connor veya William Faulkner meselenin mistik yönüne odaklanmışlardır, Chesnutt ise manzaranın altını çizer, kaybettiğimiz doğanın insana etkisi, insanın coğrafyada çıldırması, onunki edebiyattan ziyade bir deli gülüşüdür. Coğrafya inancı çözüm olarak sunmuştur o zamana dek, O’Connor’ın İyi İnsan Bulmak Zor isimli hikayesinde Babaanne, Ayarsız (The Misfit)7 kafasına silah doğrultmuşken İsa’yı bir öneri olarak sunar, fakat aldığı cevap tam da Chesnutt’ın bahsettiği reddedişine denk düşer:


“Dua etsen,” dedi ihtiyar hanım, “İsa yardım ederdi sana.”
“Doğru diyorsun,” dedi Ayarsız.
“O zaman neden dua etmiyorsun madem?” diye sordu babaanne birden zevkten titreyerek.
“Kimsenin yardımına muhtaç değilim ben,” dedi adam. “Kendi başıma gayet güzel geçinip gidiyorum.”

Little’daki hemen bütün şarkılarda bu inanç reddi, daha doğrusu başka türlü bir iman manifestosu vardır. O şarkıların çoğu (takip eden West of Rome’da özellikle Bug) kendisine inancı öneren, çok sevdiği büyükannesine dönük yazılmış gibi durur. İlk albümünde aslında ilk yaptığı şarkı Speed Racer’ı ilk kez ailesinin de dinleyiciler arasında olduğu bir kilisede sahnede söylediğinde, şarkının korosunda Ateist’im diye sesini yükselttiğinde cemaatin yaşadığı şaşkınlığın yanında ailesinin mutluluktan değil ama utançtan ağlamasına karşın “yapacak bir şey yok, neyse odur” diyecek gücü babaannesinden almıştı.8 Little sonrası, babasının da ölümüyle önce “evim hiçbir yer” diye gezip durmuş sonra Athens’e yerleşmişti. Böylece tüm o güney gotiği, din, tanrı, günah konularından hızlıca sıyrıldı. Athens ufacık ama çok hareketli bir müzik çevresine sahip kasabaydı. Punk şehre girmişti, Vic de punk’lar arasında bir halk ozanı şeklinde azınlığın içinde minör alanda konumlanmıştı. Bazı şeyler suyun akışı gibiydi, çalan telefon insanı irkiltir bazen: Alo dedikten sonra ne duyacağız acaba? Geçen hafta sonu kim aşırı doz aldı ya da intihar etti? Roadie Zack miydi giden yoksa arkadaşı Joey mi vefat etti yoksa hapse girmiş falancaya bir şey mi oldu yoksa giden bu kez Vic mi?

Hasarlı bedenin istesen de istemesen de kendine (doktorlar tarafından, Flannery O’Connor’ın rahatsızlığının gideceği yeri söylemişlerdi, O’Connor da bunu Taşranın İyi İnsanları’nda Hulga ile karaktere büründürmüştü) veya toplum ile devletin sağlık sistemi tarafından (Chesnutt on dokuz yıla yayılan gezgin ozanlığının en ihtişamlı çalışması “At the Cut”9 turnesinden sonra artık dayanamaz haldeydi, öyleymiş. Ellerindeki felç o kadar kötüleşmişti ki parmaklarıyla zar zor melodiler çalabiliyordu; sadece gitara sertçe vurabiliyordu. Kısa süre önce eşi ve destekçisi Tina’dan boşanmıştı. Hastaneye olan borcu onu bunaltıyordu. Tahsilat büroları arıyordu, evsiz kalma ihtimali vardı. Albümün son turundan sonra, 2009 ‘un başlarında kendini asmaya çalıştı bir kez) bir ömür biçilmesindeki tuhaflığa dair şaka yapmaktan geri durmaz. Neden mesela tekerlekli sandalyelerle ilgili şarkısı yoktur? Aslında hepsi ona dairdir, sadece tek sorun “tekerlekli sandalye/wheelchair ile kafiyeli sözcük bulmak o kadar kolay mı?”

Isadora Duncan
Isadora Duncan

Chesnutt’ın takip ettiği iyi insanların başına gelen korkunç şeyler izleği onu O’Connor’daki groteske yakınlaştırıyor ister istemez. Henüz ilk albümünün ilk şarkısı Isador Duncan’dan itibaren. Olağanüstü yeteneğine rağmen yaşamının ikinci yarısı sürekli trajediyle şekillenmiş bu Amerikalı komünist dansçı ile çok çok uzaklarda bir kafede dans ettiğini düşlediği şarkı. Ona göre Duncan’ın dansçı değil şairim demesindeki hikmet, çağının gelişen kolektif komünist bilincinde tutucu Amerikan toplumunda ateizmini savunması, bununla yetinmeden üzerine gidip Sovyet yurttaşını alması. Yine de konserlerinde onu anarken tüm saygısına rağmen kızıl deyip geçer (commie). Duncan’ı düşlemek dahi grotesk bir imajdır Chesnutt’ta. Duncan’ın trajik sonu, basbayağı saçma biçimde ölümü10, tıpkı O’Connor karakterlerinin başına gelenler gibi ayarsız, Chesnutt gibi borç harç içinde ilerlemeye çalışan Hazel Motes, bir insanın duyduğu son sözlerin “önce kiranı ödemelisin… her kuruşuna dek” olmasındaki şaka. Chesnutt bir yandan kendini güvenli hissettiği anlarda/mekanlarda, bir dost meclisinde veya sahnede, örneğin kendini Gregor Samsa’ya veya Quasimodo’ya veya Şekspir’in Caliban’ına benzetmekten geri durmazken11tüm bu kurgu veya gerçek karakterlerle özdeşleşirken şakayı dahi saçma bulduğunu tekrarlar durur bir yandan. Ona göre grotesk varoluş çoktan ölmüştür, sürünüp duran insanların halinin kendisi zaten yeterince kara bir şakayken onu teoriye etmekte, yarayı daha acısın diye didiklemek gibi alçakça bir tavır vardır.

Samsa’nın deforme bedeniyle kendisinin kaza sonrasında ailesinden giderek uzaklaşmasındaki hasar tespiti, kendinin nasıl göründüğünü mırıldandığı şarkısındaki kaçınılmaz benzetme olsa da dalgasını geçmekten geri durmaz: “Appearance is everything/ Nothing is how it seems – Görünüm her şeydir/Hiçbir şey de göründüğü gibi değildir”12 Tekerlekli sandalyede görünmezsinizdir hatta, yabancılaşmanın bile ötesindedir Chesnutt, gülerek “insanlar bana bakmıyorlar bile” dediği çok olmuş. Şarkının sonunda pagan olmadığını belirtmek ihtiyacı duyar, “Tanrılar yok diye değil, güneş de var tepemizde belli ki,” sadece tapınmaya isteği yoktur. Bir nevi kapanış manifestosu olduğunu sonradan anlayacağımız bu göndermeler geçidi şarkıda Henry Darger ile otobiyografisini de anıyor Chesnutt. Kendisi gibi evlatlık bu ressamın el yazısıyla on beş bin sayfa tutan otobiyografisini okuduğundan mı yoksa kendisi de bir çocuk evlat edinmek için çabalamasına rağmen sürekli devlet tarafından reddedilmesi sonrasında hırsını yazarak alan Darger ile yakınlığını belirtme ihtiyacı mı sadece? Derger’in yetimhane’den on altı yaşında kaçıp yetmişli yaşlarında ölene dek görünürde pek bir şey yapmadan geçirdiği yaşamı. Bulaşıkçılık, kapı önünde köpeğiyle oturup hava durumundan sızlanmak vesaire. Son günlerinde ev sahibine artık merdiven çıkamadığını söyleyip ona yaşayacak (veya ölecek) bir yer bulmasını rica ediyor. Yerleştirildiği bakımevinde vefat edince evsahibi fotoğrafçı Nathan Lerner evi boşaltmak için girdiğinde binden fazla düzgünce katlanıp dizilmiş desen/resim ile bahsi geçen büyük hacimli metni bulmuşlar. Lerner ile tanıdıkları sabırla hepsini kataloglamış, bu sayede tanınan Darger’dan bahis açarken şarkıda, Chesnutt “özüme dair ipuçları” diyor. Özüm dediği, kırılganlığı, şakacılığı, üretkenliği, karanlığı, aptallığı13, her şeyin olacağına varması.14

Jon Pareles, Chesnutt’un şarkılarının “çöküşün ve çürümenin kaçınılmazlığı” hakkında olduğuna dikkat çekmiş.15 Laszlo Krasznahorkai de edebiyatın aslında zaten gerçekleşmiş, ama orada durmamış, sürekli kendini tekrarlayan kıyamet ile ilgili olduğunu hatırlatmıştı, biri müzikte diğeri romanda hepimize yaşadığımız her anın çürüdüğünü, işin tuhafının ise insanın sürünüp durmasının gülünçlüğünün farkında olup olmadığının ziyadesiyle şüpheli olduğunu gösteriyorlar. Onları dinlemek, okumak, bir tür boşluğa bakmak gibi, bakmış olanda beliren bir tavır, geri çekilişe imkan tanıyan oldukça haşin, fakat asla umursamaz olmayan bir gözleme rejimine yol açmak. Dünya hakkında ıstırap verici gözükse de doğru bir şeyleri hissetmeye dair dürüst bir dürtü, paylaştıklarının, anlattıklarının içinde kendini bırakmana yarayan karanlık ama neşeli bir vazgeçiş hali. Yine de Chesnutt’un bir kendini asla bir şeylere – alkole, uyuşturucuya, depresyona- kurban gitmiş gibi konumlanamayacağını gözden kaçırmayalım. Onun gitarı çok çok az canlanabilmiş eliyle yoklamasında saza öfkeyle vurmak gibi bir hal de vardır, “İnceliklere ayıracak zamanım yok / Ya da daha doğrusu incelikleri asla, asla sevmedim,” diye bir şarkı söylemişti.

Son olarak, Chesnutt’ın fotoğraflarına da bakmak gerekir. Gitarını, tıpkı yorgunluktan bezmiş bir eşeği bağladıklarına benzer bir ip ile boynuna dolar. Kıyafetleri her zaman boldur, yaşlanmış insanın kemik erimesinden muzdarip halleri gibi kemer ile sımsıkı bağlanmış pantolonuyla daha çok üzerinde dalgalandığı izlenimi veren geniş kazaklar giyerdi. Fakat şapkaları, bereleri ya el örgüsü ya özel tasarımda, rengarenk, çeşitli, özenle seçilmiş halde bir taç gibi kafasında ışıldardı. Fazla uzatmak istemiyorum, sadece piçlerin, evlatlıkların çıkaracağı bu sese görüşmek üzere diyorum.16

Diskografi ✪

  • 1990: Little
  • 1991: West of Rome
  • 1993: Drunk
  • 1995: Is the Actor Happy?
  • 1996: About to Choke
  • 1998: The Salesman and Bernadette
  • 2000: Merriment
  • 2001: Left to his Own Currencies
  • 2003: Silver Lake
  • 2005: Ghetto Bells
  • 2005: Extra Credit EP
  • 2007: North Star Deserter
  • 2008: Dark Developments
  • 2009: At the cut
  • 2009: Skitter On Take-Off
  • Brute ismiyle:
  • 1995 Nine High a Pallet
  • 2002 Co-Balt

__ [Nota Bene] ________________

  1. Mukaddes Cildin Parçalanışı, Semra Topal, Agora Kitaplığı, 2008
  2. “Morfin sayesinde kafam açıldı, saçma emprovizasyondan sıyrılıp jamming yapmayı öğrendim.”
  3. Özyaşam çıkmaları‘ndan, Vic Chesnutt, 2008
  4. Deleuze: “Ayrıcalıklı anlar ayrıcalıklıdırlar çünkü herhangi-anlar tarafından kuşatılmış haldedirler.”
  5. Spinoza
  6. Lütfen, bu ayrıcalıklı anda kalalım. “Everything I say”
  7. İyi İnsan Bulmak Zor, Flannery O’Connor, Metis Yayınları, 2009, Çeviri: Aylin Ülçer
  8. Chesnutt, okul döneminde çokça Kierkegaard okuduğunu belirtiyor, sonra da onunla, özellikle de ilk günah yorumlarıyla didiştiğini söylüyor. Özellikle niteliğin belirlenimiyle bağışlanmazlığı biçiminde dayatılan haline karşın, kendi yaşadığı yerin insanları, onlardaki neşeyi/ironiyi buna karşıt olarak düşündüğünü birkaç kez söylüyor söyleşilerinde.
  9. Fugazi ve Godspeed You! Black Emperor üyelerinin eşliğiyle.
  10. Sarhoş bir akşamın sonunda eve bırakılacağı otomobil ilerlerken kendisine hediye edilen ipek şal tekerleğe dolanınca.
  11. It is What it is, “Quasimodo veya Caliban ucubesi gibiyim/Gölgesiyle didişip duran/Babam çirkin bir sabah/Öfkeyle/Kabuğuma fırlatıverdi elmayı/Ne kadar hevesli olursa olsun/Trafiği boşuna yönlendirmeye çalışan/Görünmez bir adam kadar etkisizim.”
  12. Yine It is what it is, fakat daha çok nenesi, bu kez aslında bizi diğer herkes gibi görmeyenlerle ilgili, böğürtlen toplamaktaki tehlikelerle ilgili bir şey. Hiç görmediklerimiz ile ilgili bir şeyler.
  13. Daha çok beyhudeliği üstlenmekteki çelebilik belki, Ginsberg konserden sonra Vic’in yanına gitmiş ve şöyle demiş:
    “Sen sarhoş halde araba kazası geçirip felç kalan adam değil misin?”
    Vic, “Evet.”
    Ginsberg, “Ve son albümünün adını ‘Sarhoş’ koydun, öyle mi?”
    “Evet.”
    Ginsberg, “Albümü kaydederken Sarhoş muydun?”
    Vic yine “Evet,” demiş.
    Ginsberg, “Sen bir aptalsın!”
    Vic, “Bekle, peki ne oldu şu ‘…benim neslimin en iyi beyinleri…’ mottosuna ?”
    Ginsberg, “Dostum, hepimiz artık ayığız,” diye yanıtlamış.
  14. Buradaki, birbirine zıt çıkar yolların çatallaşmasındaki kaçınılmazlık, ilerlemeye çabalamanın bir miktar koyverip gitmeyi gerektirdiği vurgusu.
  15. Visions of Dread, Arranged in Folky Melodies, 2009, New York Times
  16. Bahsi geçen (ve bir türlü geçemeyen ikisinin dahil olduğu) şarkılara buradan, Jem Cohen’in kolektif çöküşe dair Joseph Roth romanından mülhem neredeyse doğaçlama filmi Empires of Tin’deki Chesnutt’a buradan ilerlenebilir; Sebastian Schipper’in yönettiği Mitte Ende August’un ham halini izleyip bir oturuşta film müziğini besteleyip evde kaydettiği şarkıların yanı sıra Kylie Minogue yorumu “Come into My World” için buraya, Sebastian Schipper’in filminin kendisi için ise malum yerlere el uzatılabilir.
Önceki

Uzun Boylu Kafka ve Kız Kardeşleri

Sonraki

Ölü bir romancının annesi olmak – Walker Percy | John Kennedy Toole için