William S. Burroughs’un Çıplak Şölen isimli kitabının Sel Yayınları tarafından basılan versiyonunun özgün adı: Naked Lunch – The Restored Text Edited by James Grauerholz and Barry Miles. Kitabı Algan Sezgintüredi çevirdi. Bu vesileyle biz de 2000 baskısı Conversations with William Burroughs (Literary Conversations) söyleşi kitabından serbest bir derleme çevirelim istedik.
The Place of Dead Roads’u yazarken Denton Welch ile ruhani bir iletişimde olduğunuzu hissettiğinizi söylemiştiniz. Ne gibi bir iletişimdi?
Eğer ciddiyse, her yazar böylesi bağlar kurar. Karakterleriyle gerçekte iletişime geçer. Genet’nin dediği gibi, yazar karakterlerinin oldukça ağır sorumluluklarını üzerine alır.
Gençlerle iç içe gözüküyorsunuz, onlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Gençlerle öyle çok bir arada değilim. Demek istediğim, okumalar yapıp dersler veriyorum ve birkaçıyla da konuşuyorum. Ama hiçbir şekilde onların zeitgeis’ini değerlendirecek konumda olduğumu zannetmiyorum. Gördüğüm ise, kesinlikle onların 60’larda olduğundan daha amaçsız gözüktükleri. Zamane gençlerinin dilekleri olup olmadığından emin değilim. Risk almak istemediklerinden değil, alınacak bir risk yok ortada. Tehlike, bu zamanlarda istihbarat servisleri ve dublörlerin tekelinde kalmış, oldukça nadir bir emtia.
Naked Lunch’ın [Çıplak Şölen] müstehcenlik duruşmasında Norman Mailer ifade verirken “Burroughs’un yeteneğine şüphe yok. Belki, acı veren uyuşturucu bağımlılığından dolayı bir miktar hararetlenmiş ve heyecanlanmıştır, bu adam bağımlılığı olmasa İngilizcenin en büyük dehalarından olabilirdi,” demişti.
Mailer’a hiç mi hiç katılmıyorum. Bence gayet önemli bir tecrübeydi ve hatta bağımlılık beni yazmaya sevk etti. Olmasaydı ne yazardım bilmiyorum, yani aynı fikirde değilim.
Mailer aynı duruşmada ayrıca “William Burroughs bana göre dini bir yazardır ”demişti, buna ne dersiniz?
Dini yazar demekle ne kast ettiğini anlamadım.
Çıplak Şölen’deki Boschvari kabusu, Cehennem görüsünü söylüyor.
Onun dini diye adlandırmak gerekmiyor. Nükleer bir kıyametin görüsünü dini diye adlandırabilir miyiz? Oldukça belirsiz bir terim.
Uyuşturucu bağımlısı olmaktan çok daha beter şeyler var. Sağlığı morfin ya da eroinden çok pis bozan şeyler var. Bağımlılar da herkes kadar yaşarlar. Veya, alışkanlılarını sürdürürlerse yaşayabilirler diyelim. Alkolün tam tersine. Bir alkolik içtiğinde işini kaybeder. Canki ise eroin bulamadığında. İngiltere’de banka memurları ve doktorlar bağımlıdır. İllegal olduğu sürece, bağımlının üzerinde mali baskı olacaktır. Reçetelerin bağımlılara verileceği yasal bir sistem olmalı. Londra’dayken öyle bir gönüllü programa denk gelmiştim, Amerikalılar gelip de her şeyi mahvetmeden önce programda 300 kişi vardı.
ABD’de bağımlının vücudundan eroini atıp, semptomları kaldırmak için afyon antagonistleri kullanıyorlar. Fakat tüm o ilaçların kendisi bağımlılık yapıyor. Ayrıca acı verici. Bazıları tedavi programlarında kullanılıyor. Eroinin etkisini nötralize ediyorlar. Alkolizm dehşet bir şey. Uyuşturucudan çok daha kötü, sağlığın gidiyor, dağılıyorsun.
Bir badigard telepatik olmak zorunda. Kesinlikle! Köşeleri görebilmeli. Ayrıca başka bir önemli konu, yukarıya bakması. İnsanlar bunu yapmıyor. Amerikan Gizli Servisi – onlarda bu yok. Diken üzerinde değiller.
Telepatik yeteneklerimizi nasıl geliştirebiliriz? Genlerle mi sınırlıdır?
Yok, bana kalırsa herkeste var olan bir yetenek. Bütün mevzu basınç. Basınç! Badigardlarda basınç olmalı ya da bunu yapacak birilerini bulmalılar. Başka bir deyişle, De Gaulle havaalanında badigard olsalardı sezgisel olmak zorunda kalırlardı. Sadece telepatik değili sezgisel, şu elemanın görünüşünü sevmedim, şu pencere, şurada boktan bir durum var, gibi. Başkan Kennedy öldürülmeden bir hafta önce New York’taydı. Kırmızı ışıkta durdu ve bir kız yanına koşup burnunun dibinden fotoğraf çekti. Dallas’tan bir hafta önce oldu bu, bir kişi de çıkıp güvenliği artıralım demedi. Teleskobik merceği olan bir tüfekten korunmak tabii ki zor ama De Gaulle elemanları olsaydı, güzergahtaki tüm binalar el atında olurdu.
Jonestown* olayının CIA’in kitlesel zihin kontrolü olduğuna dair komplo teorisine ne diyorsunuz?
Mantıklı, gayet mantıklı. Böyle deneyleri Brezilya gibi ülkelerde yaptıklarını biliyoruz. Atina’da, tüm cunta CIA etkisi altındaydı. Brezilya’da bütün işkenceler ve kontrol CIA tarafındaydı, biliyoruz. Ellerindeki tüm işkence uzmanlarını orta ve Güney Amerika’ya gönderdiler.
Zihni karışık birini hapishaneden çıkarıp, kişi bunun farkında olmadan suikastçı olmaya programlayabilirler mi?
Bence mümkün. Ama dertli olacağını, değmeyeceğini düşünüyorum. Bir işi yaptırmak için zihni karışık biri yerine, senden taraf birine ihtiyaç duyarsın. Telepati olmasına da ihtiyaç yok ayrıca. Bir tür bilinçaltı mikrofonlarla halledilir. Bütün bu sesler duyduklarını söyleyen insanlar, onlara bunları yapmasını söyleyen sesler, o sesler nereden geliyor? Şizofreninin semptomlarından biri bu evet, ama aynı zamanda biliyoruz ki sesler beynin hükmedilmeyen kısmından geliyor, her neresi ise. İşin aslı o sesleri normal subjelerin beyinlerinin kontrol edilmeyen kısımlarında üretebilirsin.
Biyolojik savaş tarafında yeni bir şeyler duydunuz mu?
İngilizlerin ikinci Dünya Savaşı’nda kıyanet böceği dediği bir şeye sahip olduklarını biliyoruz. Virüsler vasıtasıyla mutasyon geçirmiş cinsler amaçlanıyordu. Kırk yıl önceydi bu. O zamandan bu yana gelişmişlerdir. Ayrıca sadece siyahları ya da mongolları öldürecekleri etnik silahlar da biliyor artık. Eskidi bu mevzu.
Doğada var olma hareketi hakkında ne düşünüyorsunuz? Kuru yiyecek ve silah depolayanlar filan?
İyi fikir olabilir aslında. Ama soru şu: Zulaya ulaşamayabilirsin. Neticede hepsini korumak zorundasın. Bombalar için sığınıklarımız olduğunu hatırlıyorum ama bir şekilde havaya uçtular işte. çeşitli öncelikler var: Silah en önemlisi. Sonra uyuşturucu, sonra alet edevat.
Alet edevat derken su arıtma ünitesi gibi mi?
Hayır hayır, bildiğin alet. Çekiç, testere. Bunlar olmadı mı yandın.
* James Warren “Jim” Jones olayı. (13 Mayıs 1931 – 18 Kasım 1978) ABD’li “People’s Temple” (Halkın Tapınağı) kilisesinin kurucusu olan vaiz. 1978 yılında Guyana’da kendisi ve müridlerine has kasabası Jonestown’da 911 müridini aynı anda intihar etmeye ikna etmiş ve kendisi de müridleriyle birlikte ölmüştür.
Bu arada, düşlerinizi kaydetmeye devam mı?
Tabii ki. Birkaç satır yazarım, baktım ki yazmaya değer, günlük biçiminde… 35 yaşıma dek hiçbir şey yazmamıştım. Queer parça parça yazılmıştı. orada bir kısım burada bir şeyler. Yazarken başka bir şey yayımlatabilir miyim emin değildim. Canki 1953’de yayımlandı, ben Güney Amerika’dayken. 1953-1959 arasında hiçbir şeyimin yayımlanmadığı dönem yaşandı. Çıplak Şölen 1959’da Paris’te Girodias ile yayımlandı.
Tüm canlı türler kontrolün etkisi altında. Standartlaştırılıp biyolojik bir yok oluşa gidiliyor. Standartlaşma değişimin ve mutantlaşmanın önüne geçiyor. Bu durumda tüm türler için tek umut değişmek, dönüşmek çünkü tüm canlılar başlangıçtan bu yana, bireysel olarak da, lanetlenmiş durumda.
Bunu uzay seyahatine bağlıyorsunuz. Bu sizce neden gerekli?
Çünkü gidilecek tek yön yukarısı. Gidecek başka yer kalmadı, gezegeni yaktık bıraktık.
Uzay yolculuğunda başka gezegenleri mahvedecek insanları taşıyor olmayacak mıyız?
Hayır, uzay başka bir boyut. Uzaya geçiş sağlandığında, sudan karaya geçiş kadar büyük bir dönüşüm olacak, yeni tecrübe, yeni korkular, balık için düşme korkusu tahayyül edemeyiz, ne zaman ki karaya adım atar, o zaman anlamlı olur. Şu ana dek uzaya giden insanlar oksijen tüpleriyle gittileri bütün şekilde gitmediler. İnsanın yapısını uzay şartlarına uygun hale getirmek için biyolojik değişiklikler gerekiyor.
Uzayda pek hayat yok gibi.
Bilmiyoruz. Hayat deyince tıpkı bizimkine benzemeli zannediyoruz. Don Juan inorganik varlıklardan bahsediyordu. Biz de okyanusun dibinde “Kara körükler” dediğimiz bir şeyler bulduk mesela, sıcak gazlar filan çıkıyor. Oysa tüm açıklamalara göre yaşam orada da olmamalıydı. Ama görüyoruz ki yaşam var, kocaman kurtlar, solucanlar filan dolanıyor, mineral ve sülfür dioksitle besleniyorlar. Olanaksız denilen şartlarda yaşayan canlılar var işte. ✪