kamu yararına ana avrat Orhan Talat Şalcıoğlu güzellemesidir. Elimizden bir zaman çıkmış fakat asla unutulmamış eser, Futuristika!’nın memleket sathına dağılmış ve gerektiğinde gereğini yapacağını tekrar göstermiş hücrelerinden Çanakkale’de şehirdeki eski bir kitapçıdan taşınıp sırtı Şalcıoğlu Sokak’a bakan evde saklandıktan sonra Kadıköy’e ulaşmıştır.
“1960 kışında dünyanın kapısını Noel Baba gibi tıklattım. ‘Gaz kokan’ Gazi İlkokulunu bitirdikten sonra, Merkez Ortaokulu’nun labirentlerini alçak sürünmeyle aştım. Eğitimimi Özel Şişli Lisesi’nde sürdürdüm. Lise diplomamı rüzgarların hiç dinmediği Şehitler Diyarı’ndan aldım. Marmara Üniversitesi İngilizce Bölümü’nden ön lisansla mezun oldum. İçiyorum…”
– Orhan Talat Şalcıoğlu, Hades, 1993, Çanakkale (arka kapak yazısı)
Kilitbahir’de 25 Ocak 1960’da doğmuş, Eceabat’ın bu köyünde denizin kilidini açmıştır. Doğduğu sokağa geri dönmemiştir, kar erisin diye evlerde tutulmuş bebektir. Yaşı daha on beş civarında kararsız dolanırken sinesine Pink Floyd düşüyor (gelecekte şiirine de düşüverecek, düşecektir), Led Zeppelin, Jimi Hendrix, Jethro Tull, Rolling Stones, bir eline toplumun ışıltılı camlarına atacağı taşı, diğer elinde gitarıyla sahneye çıkıyor, orkestralarda (Metronom, Eceler – ne çok Ece var) Çanakkale nişanlanırken, nikâh kıyarken, sünnet edilirken Orhan’ın gitarından yükselen nağmelerin tahayyül sınırları içinde kalan kızlar dans ediyor, halk biraz çekingen, salınıyor. Yer, altımızdan kayacaktır sonraları.
Bazı şairlerin babaları belediyede memur, Orhan Talat kamudan tiksinenlerin arasına karışıyor bu sayede. Babanın yüz ifadesi her daim ciddi, devletini ve belediye binasının ahşap çerçevelerini çok seviyor, şehirde sırtındaki kamburla tanınıyor, Orhan Talat yerine oturamazlığı, sığdırılamazlığı miras alıyor. “Üç bülten gün boyu / Personel Kanunu / Babacığım” Baba uyarırmış, “Tıkınızı duymayacağım” tık tık tık tık şıp şıp şıp şıp damlaya damlaya. Yoksulluk dize yazdıracaktır, elbiseler abisinindir, bir kovayı devirir gibi elden ele geçer kıyafetleri, eskiyen terz yüz edilir yeni olur, annesinden kazaklar sırtını pek güzel gösterir, sürekli anne kazağı giyen çocukların bakışları vardır, dünya Orhan Talat için bir annesi bir kız kardeşidir.
Zaman liseye vurunca, çare şaraba yönelir. İncir ağaçlarının gölgesinde, o viranede, bu sur altında, eski çağ savaşçılarının fosilleşmiş ayak izlerinin kenarında saklaya saklaya, saklana saklana şarap içiyorlar. Hızlı içiyorlar ki Girit göçmenleri arasında yerlerini pekiştiriyorlar. Dumanlanıyorlar.
Deli memo ve diğerleri;
elinde bir şişe kökpeköldüren
ve ensesinde tekmil cevahir cinler
selâmünkaven gibi indi masamıza
Beynenbeter
Derler ki, Perihan’a aşık oluyor, çok aşık oluyor, öyle çok olmalar ki, 12 Eylül 1980 sabahında evlerden toplanıyorlar Pink Floyd’dan, “Wagneryan konçertolara” ve Brejnev’den bahsediyorlardır, Halkın Siyaseti’ndedir, Çimenlik Kalesinde atılmıştır, çubuklarla dürtülüyorlar, soyunuyorlar ve çıplaklıyorlar ve sonra evlere salınıyorlar ve polislerdir ve askerlerdir ve kapıları kırılıyor ve evleri basılıyor ve devlet kızgındır ve çocuklar sahilde içip içip marş söylemişlerdir ve afişler boyamışlardır ve afişlere şiirler yazmışlardır: “opak gezginlerin rutin serüvenleri.” Üniversitede İstanbul’dadır, İngiliz Edebiyatı içmektedir, o zamanlar “otur ve ye yalnızlığını ingilizce / onbeş günde bir çanakkale”, küçük iskender ile tanışır şiirini yazar, Ece Ayhan’ı seyreyleyip şiirini yazar:
Yolu Kadıköy’e düşer:
Bir kıyamet kopuyor Orhan Talat’ın tam ortasında. Perihan kenti de, Orhan’ı da terk edip subay ile Kayseri’ye kaçıyor. Evlenip çocuğu olurken Perihan’ın, Orhan Talat bir saatte dört şişe “güzelmarmara” içiyor, bırakıyor kendisini Çanakkale sahiline. (İngilizce önlisans kağıdıyla dönüyor eve, kağıdı atıp bir köşeye, meyhanenin kapısını açıyor, bakıyor eski arkadaşları, eski arkadaşları değil, dönüyor evine odasına kapanıyor, müziği bırakıyor, duvarlara bakıp şiir yazıyor, yazıyor da yazıyor.) Gemilerden birine atlıyormuş, yolu Almanya’ya düşüyormuş, LSD ile ilk tiribinde ikiye bölünmüş, yemek isteğini orada bırakmış, düşüncesini almış da dönmüş. Perdeleri kapalı, odasında oturup şiir yazıyor, yazıyor da yazıyor. Arkadaşlarına en çok “Len arakla kendini” diyor, kendi kendine Japonca ve Yunanca öğrenmeye çalışıyor, Ç’ye kadar getirebildiği, altmıştan fazla kaynak tarayıp giriştiği argo sözlüğü hazırlıyor, sık sık hastaneye girip çıkıyor, bir değişiyor, çıkıyor, bir değişiyor yine giriyor, hemşireler onu o hemşireleri çok seviyor, hemşirelere aşık olup şiir yazıyor, yazıyor da yazıyor.
Hayatın bürokrasisinden değil hastanesinden mezun Orhan Talat, Çanakkale Dardanelspor ne zaman kazansa, sis Boğaz’a ne zaman düşse halis Çanakkale kanyağını dikecektir, tekele gittiğinde attığı yüz binin ardından aynı sözü söyler hep: “Bir sigara, gerisiyle içki.”
Sonra kıyamet tekrar kopuyor. Felaketlerin kendisini tekrarlamak gibi bir alışkanlığı vardır. Perihan mutsuz, kocasından boşanmak ister şekilde şehre dönüyor. Önce telefonda konuşuyorlar sonra Şar Pastanesi’nde görüşüyorlar. Orhan Talat ismini sayıklamaktan bıkmadığı Perihan’ı ne zaman görse, ne zaman konuşsa içiyor, içiyor da içiyor. Gitmem diyen Perihan Kayseri’ye gidiyor, çekip gidiyor. Orhan Talat içinde kayseri geçen şiirini yazıyor, çağrısını yapıyor, ağrısını yazıyor, durumunu iyi görmeyen arkadaşları elinden şiirlerini alıp bastırdıkları günün ardından evine uğruyorlar ki, şair “bilmemnerelerinde kentin artık.”
Orhan Talat Şalcıoğlu’nun gidişini takip eden günlerde, Kadıköy’de doksanlı yıllarda yayımlanan bir şiir dergisinde (o zaman haysiyetli şairlerin dokunaklı dergileri vardı) okuduğumuzdur, unutulmasın diye: “Orhan Talat Şalcıoğlu’nun cenazesinde şehrin yaşlıları bu güzel adamın şiir kitabı Hades’i Hadis, Hadiis, Hadiiis diyerek bağırlarına basıp ağladı.”
Orhan Talat Şalcıoğlu, Hades, 1993, Çanakkale
Metin yazılırken, yaşamının anları için Ümit Bayazoğlu’nun kitabı Uzun İnce Yolcular’ın 189-193. sayfalarından yararlanıldı.
✪