Sevgili Katilim,
Aynı kanı taşıdığım canım babam, ağabeyim, elinde büyüdüğüm amcam, çocukluğunu bildiğim kardeşim, amcaoğlum… Uğruna dünyayı karşıma aldığım; evimi, ailemi bıraktığım adam, sevdiğim… Hiç tanımadan vardığım ya da çok iyi tanıdığımı sandığım hayat arkadaşım, eşim…
Hatırladın mı beni, sevgili katilim? Hani, kucağında çocuğuyla otogardan aldığın; eve götürüp bir yudum su boğazından akarken çekip vurduğun yeğenin. Benim! Güvenip ardından evine, şehrine gelen. Öldüresiye dövüp, çuval gibi otobüs durağına bıraktığın ve ardından yalnızca birkaç gün dayanabilen sevgilin. Benim ben, hani kendimi korkudan asamadığım için infazını bir hastane odasında tamamladığın kardeşin. Karnındaki yatakta sarıp sarmaladığı kadar kucağında sahip çıkamadığı ‘ümidini’ istemeye istemeye gözden çıkaran… Hatırladın mı beni, sevgili katilim? Hadi, yor biraz o tatlı hafızanı. Benim ben! Hani çok gençtim, senin kadar… Pembe tonların hakim olduğu aklıma ev sahipliği yapan başımı, gövdesinden ayırıp bir bavula sığdırdığın(ız)! Bir çöp konteynırına bırakmıştın en son beni, öyle kaçar gibi yanılmıyorsam! Vedalaşacak ‘yüzümüz’ yoktu artık hayatta… Evine giderken yol boyunca omzunda duran başım, bir taksinin bagajında yapmıştı dönüşünü. İkiye ayrılmıştım, ayırmıştın, ayrılmıştık… Şimdi bir köy mezarlığında ‘başıma’ gelenleri izledikçe; hepsinin canı cehenneme diyorum: Adaletin, kelimenin, kaderin… Benim canım katilim! Tanıdın işte, oyun yapma! Benim ben, dünyanın hıncını alırcasına dövdüğün, ırzına geçtiğin, küfür ettiğin, kumarda kaybettiğin, üç otuz paraya peşkeş çektiğin, parça parça ettiğin; aklını, kalbini, onurunu, hayatını yağmaladığın.
Namlunun ucunda, kör bıçağın kıyısında duran kaypak namusunu leşiyle temizlemeye yeltendiğin hani. Çok güvendiğim, sevdiğim ellerin kan ve ter kokuyordu en son, öyle mi hala? Geçti mi titremesi mesela? Parmakların kelebeğin kanadıydı o an hatırladığım kadarıyla; boynuma uzanan. Sonrası… Sonrası kopuk işte bende de. Nefret kokusuydu hatırladığım en son, tenimden canımla çıkıp, beni serdiğin yeri saran. Ve ölüm korkusuydu… Temiz mi şimdi geleceğin geçmişin gibi, emin misin? Barut kokuyordur bildiğim ya da paslı kan… Temiz midir şimdi? Yok, hiç sanmam. Tek bir yumrukla vurup, parça parça etmiştin kalbimi… Camla, jiletle, bıçakla, sigarayla tenime bıraktığın izleri, hayata duyduğun hıncı benim üzerimden nasıl da gerçekleştirdin! Gevşek bir ağzın küfrü fütursuzca savurması gibiydi senin için her şey! Öyle basitti ki… İktidar mıydı aşk mı, karşılığında canımı istediğin; evlat hakkı mıydı, kardeş kıskançlığı mı bana hayatımla ödettiğin? Nasihat mıydı yoksa diğer kadınlara? Bilemedim, bilemezdim ki sevgili katilim… Ben sana gelirken, güvenmiştim.
Ne dersin? Değişti mi dünya bizden sonra. Ardımdan kahramanı olmuşsundur eminim başkalarının da. Baş tacı etmişlerdir bir yerlerde seni çoktan; bir kahve köşesinde, cezaevinde, izbede yapılan karı kız muhabbetlerinde. Kurbanını kılpayı kaçırıp senin yaptığın gibi gözünü karartıp çekip vuramayanlar; müstakbel leşinin önünde eli ve kalbi donup kaldığı için ‘utançtan’ yerin dibine batanlar, ‘aşkına’ karşılık bulamayanlar, aldatılanlar, eşin dostun önüne çıkamayanların hafızasındadır ismin… Üstelik yalnız hemcinslerin de değilmiş seni haklı bulan zaman zaman. Öğleden sonraları eşi dostu eve toplayıp yedikçe semiren ya da ‘ekonomik özgürlüğüm geçiş üstünlüğüm’ diyen ‘güçlü’ kadın muhabbetlerinde de geçermiş ismim. Hak verir gibi görünseler de en nihayetinde kuyruğundan ibaret bir dişi köpekmişim yoldan çıkaran ya da bir su testisi yolda öyle başı boş giderken çat diye kırılan. Kimin ellerindeydim ben, kim taşıyamadı da usulca bırakmak yerine hınçla fırlatıp parçaladı? Faili meçhul! Hem fark eder mi, nihayetinde hak etmişim! Kadın olmayı bilememişim, hele evlat olmayı asla! Eş olmazmış benden, anneliğin yanından geçemezmişim. Keşke ‘insan’ gibi bakmayı deneselerdi bana diyeceğim ama yok… İnsanlığın sıfatı geçmezmiş yanımdan, kadın dedikleri, insan dedikleri… Benim yaptığım ve karşılığında aldığım, bana biçilen ceza kadar edepli ve haysiyetliler aslında bilmiyor gafiller; namuslarının, anneliklerinin ve hatta cinsiyetlerinin kutsallığına paha biçtikleri terazinin kefesindeki benim. Bildiğin ya da bilmediğin sütten çıkmış ak kaşık hikayesi işte. Sütte olsa girdiği batmadı mı nihayetine dibine, derinine… Yapışmadı mı bir damlacık bile üzerlerine… Neyse, ne söylesem anlamaz ki zatı şahaneleri… En nihayetinde hükümsüz tüm söyledikleri ve içleri rahat etmeli. Annelik mesela ben gittikten sonra artık gerçekten onların ayaklarının altında bir yerlerde şimdi…
Sevgili katilim, var gücümle çivisini çıkardığım dünyayı, ellerinle onarmaya çalışırken gösterdiğin o muazzam çabanın ardından sen benim hikayemin de kahramanısın. Onların nezdinde çok koyu bir lekeyi bu namussuz hayattan silip çıkarma cesaretini gösterdiğin için de seni ayrıca tebrik ederim. Merak etme ben ismimi ve resmimi pembe ya da siyah pankartta taşıyan bir feminist de değilim hümanist de. Benim hikayemin de, ismimin de, resmimin de rengi yok… ‘Tecavüzü, evlilik de çözer, gelin öldürmeyelim’ mesajını vererek işin düzeleceğini sanan adalet anlayışının savunucularından ya da dünyaya tersten bakanlardan hiç değilim. Hele hele çürük zihniyetini aklında değil ‘arkasında’ saklayanlardan hiç hiç değil. Ben kimseden yana değilim, ben kimsenin yanında değilim, ben kendi toprağımda hüküm sürüyorum artık. Beni nereye atarsan at; toprak, deniz hatta istersen yak! Karşılığını verecek evren tüm bedenimin. Senin izlerini taşıyan tenimden, parçaladığın vücudumdan çiçekler çıkacak, böcekleri, kuşları besleyeceğim özümle. Yaktın ya mesela en har ateşte, esemem okunmasın diye, soluduğunuz havaya karıştım, genzinizde ciğerlerinizde yer açtım kendime, oyun oynadım, girip çıktım, yakından baktım içinize. Denize attın, balıkları besledim bütün varlığımla ve hiç olmadığı kadar arındı tenim. Hepinizin haberi olsun hala ‘hayattayım, hayatınızdayım’. Çünkü cesedimi; o eve, o otobüs durağına, o çöp konteynırına, ardından geldiğim şehirde bir kaldırıma, yol kenarına, denize, dağa taşa bıraktın sevgili katilim. Paslı kan ve barut kokusunu… Temizlemeye çalıştığın dünyaya bir leş bıraktın farkında değilsin. Didik didik ediyor herkes beni. Gazeteler, televizyonlar bir parça koparıyor, adalet bir parça, seni kahraman yapan kadınlar ve adamlar bir parça… Kokuyor orada nefretim farkında değilsin. Ben aslında sandığın gibi ölmedim. Sen temizlemeye, temizlenmeye çalışırken daha çok kirlendin.
Biliyorum, söz konusu ben değildim hatta hiç fark etmezdi senin için ben ya da bir başkası… Nihayetinde kadın soyuyuz işte hepimiz aynı… Okumuşu, okumamışı, çalışanı, karın tokluğuna yaşayanı. Nihayetinde kadın işte, yarım aklını taşıyan kellesi her daim koltuğunun altında. Her daim bir duvak hayaline asılı.
Senin için fark eder miydi itiraf et! Kim olsa yerimde aynı şeyi yapardın, çünkü sen bu dünyanın yarattığı şuursuz bir kahramansın. Bu dünya derken beni gönderdiğin yer değil elbette beni sildiğin yer kabuğu sözünü ettiğim.
Biliyor musun canım katilim benim için de fark etmiyor, kim olduğun aslında! Baba, ağabey, amca, dayı, sevgili, koca. Eninde sonunda eksik parçamdın sen, önce güvendiğim sonra karşısında korkudan taş kesildiğim adamdın… Beğenmediği ne olursa olsun hiç fark etmez öldürme hakkı her daim saklı olandın. Biliyor musun canım katilim, benim için de fark etmiyor, kim olduğun aslında! Baba, ağabey, sevgili, eş koca. Sen her zaman güvenmek istediğim adamdın. Bilir misin kadınlar nasıl sever ve güvenir? Nasıl şefkatli ve adildir. Şefkatli ellerine doğduğun da şefkatiyle doyduğun da aynı cinsiyettir, bilir misin… Sözünü ettiğim, seni yetiştiren ya da hikayemi ağzının suyu aka aka dinleyen, didikleyen kadın değil sakın aldanma… Her soydan çıkar bazen böylesi. Kendini çoktan ispatlamış bir kaideye gücü yetmeyen başıbozuk istisna gibi…
Ben ne kız çocuğu olabildim sayende ne de kadın… Camı çatlak bir çerçevede yamuk yumuk vesikalık bir fotoğraftım. Varlığıma bile tahammül edilmezmiş, seninle birlikte onu anladım. Gücümün mertebesi, kapladığım yer, attığım adım bile dünyayı kirletecek kadarmış. Sağolasın, beni ellerinle ayıkladın!
Kıyamete kadar hoşçakal…
Sevgili Kurbanı(n)… ✪